Nedense Bartu hala sakinleşememiş gibiydi. Tamam arada kavga ederdik her çift gibi ama bugün ayrı bir stresli gibiydi. Ona yaklaştım ve takım elbisesini düzeltip kravatını biraz açtım. Yine çok sıkmıştı.

“Sevgilim.” dedim sakince. “Bir sorun mu var?”

Bir süredir tuttuğu nefesini bıraktı ve kollarını belime sarıp bana daha da yaklaştı. “Bugün önemli bir toplantı var ve biliyorsun Olcay akşam şu ‘nişanlısıyla’ yemeğe gelecek. Tamam kızı tanıyoruz falan ama… Bilmiyorum Deniz. Hala onun için endişeleniyorum. Biliyorum artık o küçük bir çocuk değil ama… Bir duysan, seninle konuştu mu bilmiyorum, kıza evlenme teklif edeceği için çok heyecanlı.”

Güldüm istemsizce. Ne kadar ikisi de yetişkin birer insan olmuş olsa da hala abi-kardeştiler. Ve bu ikisi için de hala aynı yakınlığı temsil ediyordu. Bartu ise… Ah, işte o hala küçük kardeşi için endişelenen bir abiydi.

Yavaşça onu öptüm ve saçını düzelttim. “Olcay’la konuştum sevgilim, merak etme iyi olacak. Ayrıca kızın da hayır diyecek hali yok ya, zaten nişanlı gibiler. Sadece işler resmileşecek ve hızlanacak. Bunu ikisi de biliyor.”

Bartu rahatlamış gibiydi. Beni tekrar öptü ve gülümsedi. “Sorun yok sanırım, hala o velet için endişelendiğime inanamıyorum.”

Gülerek onu mutfağa yönlendirdim. “O senin kardeşin, bu çok normal.”

İçeri girdiğimizde anında Barış’ın meraklı sorularıyla karşılaşmıştık elbette. Olcay amcasına ne olmuştu? Kardeş ne demekti tam olarak? Onun bir kardeşi olacak mıydı?

Son zamanlarda bu kardeş meselelerine daha da meraklıydı. Onu okula hazırlarken bile soruları durmamıştı. Kreş için ona aldığım çantasına birkaç parça bir şey yerleştirip sırtına takmıştım ve arabaya binmiştik ama o hala soruyordu, tıpkı babasını yolcu ederken de devam ettiği gibi.

“Benim ne zaman kardeşim olacak? Benim kardeşim olacak mı? Onu da sevecek misiniz? Kız mı olacak yoksa erkek mi? Ben onun abisi olacağım değil mi? Beni mi daha çok seveceksiniz onu mu? Bence ikimizi de sevin, ikimiz de sizin çocuklarınız olacağız ve sizi çok çok çok seveceğiz. Ama onu da sevin tamam mı? Söz veriyorum kıskanmayacağım anne, ne zaman olacak kardeşim?”

Barış’ın bu durmak bilmez soruları bana Berke’yi hatırlatıyordu hep. Onu yıllardır görmemiştim. Eminim kocaman olmuştu benim miniğim. Keşke oğlumla oynayabilselerdi diye geçirdim içimden. Onu çok seveceğine emindim.

Bartu’yla evlenmeye karar verdiğimizde, düğünümüzün büyük bir olay olacağı çoktan belirlenmişti. Bu düğün bütün dünyaya işi bıraktığımı ilan edecekti. Ama Bartu bunların hepsinin geride kalmasını istediğinden taşınmayı kabul etmiştim. Beş yıl önce şehir değiştirip buraya taşınmıştık ve kendimize yeni bir hayat kurmuştuk.

O günlerimi özlemiyor muydum? Belki… Evet, her gün ayrı bir macera yaşamak kesinlikle güzeldi ve sakin bir hayata alışmam, bıçaklarım ve silahlarımı geride bırakmam zor olmuştu.

Dikiz aynasından arkada kendi kendine oyun oynayan oğluma baktım. Değmişti, kesinlikle değmişti.

Düğünümüzü hatırlıyordum da… Saray gibi bir mekanın bahçesinde yapmıştık, siyah giymeye diretsem de ilk defa tamamen beyazlar içindeydim o gün. Gelinliğimi Bartu’yla seçmiş olsak da beni göreceği an için nasıl heyecanlı olduğumu hatırlıyordum.

Bir ara bana zorla anlattırdığı çocukluk hayallerimdeki düğünün aynısını hazırlamıştı bizim için. Patronlarımın ve Olcay’ın da emeği vardı elbette. Ve Mert, bu çocuk nasıl her şeyi mükemmel bir şekilde hallediyordu bilmiyordum ama bunu da halletmişti belli ki.

İşime, hayatıma, Kurşun’a vedam böyle gerçekleşmişti. Bartu’nun damatlıkla ne kadar yakışıklı olduğunu hala dün gibi hatırlıyordum. Aklımı başımdan almak, evet kesinlikle bunu yapmıştı. Onu nasıl bu kadar sevebildiğimi hala bilmiyordum ama… Aşktı bu. Açıklaması yoktu zaten.

Ve Barış… Hayatımızın güneşi olmuştu adeta. Evliliğimizden neredeyse bir yıl sonra dünyaya gelmişti ve hayatımızı daha da renkli bir hale getirmişti. Bartu yeniden aile şirketinin başına geçmişti, çünkü oğlunun geleceğini düşünüyordu. Ona hep o şirketi ileride yöneteceğinden bahsediyordu.

Olcay’sa… O bizimle gelmemişti. Kendine göre sebepleri vardı ve bence sorun değildi. O mutlu olduğu sürece sorun yoktu. Baksanıza işe, evlenecekti. Ben bile inanamıyordum.

“Geldik! Yaşasın!”

Arabayı park ettiğim sırada oğlumun şen sesi kulaklarımı doldurup düşüncelerimi dağıtmıştı. Gülerek ona döndüm ve saçlarını okşayıp arabadan indim. Barış’ın kapısını açıp aşağı inmesine yardım ettim. Motorumu taşınırken almamıştım. Ondan ayrılması zor olmuştu ama biz taşınırken Barış’ın varlığından haberdardık ve… Bebeğimi motorla tehlikeye atamazdım.

Barış’ın çantasını omuzlarına taktım yavaşça ve kapıyı kapatıp elini tuttum. O heyecanla zıplaya zıplaya yürürken okul binasına ilerledik.

Daha doğrusu ilerlemeye çalışmıştık.

Birden iri yarı birkaç adam önümüzü kesmişti. Neler oluyordu? Kaşlarım anında çatılırken Barış’ı arkama doğru aldım.

“Bir sorun mu var beyler?”

Onlar ağzını açmadan etrafımızda çember oluşturacak şekilde yirmiden fazla adam etrafımızı sarmıştı. Biri silahını bize doğrulttu ve yaklaştı. Tetik tam Barış’ın alnındaydı. Ne yapacağımı bilemezken Barış ağlamaya başlamıştı. Bense yalnızca ona sarılabiliyordum. Ve birden sıkı sıkı sarıldığım oğlumu kollarımdan çektiler. Hareket etmeme izin vermeden silahını ona dayamıştı bile adam.

“Bizimle geliyorsunuz.” dedi sert sesiyle.

Lanet olsun! Silahım, bıçağım ya da onlara karşı kullanabileceğim herhangi bir şeyim yoktu… Ve o… Oğlumun hayatını tehlikeye atıyordu, buna izin veremezdim.

“Hareket ettiğim an onu vururum. Ve bilirsin, ölmesi için başından vurmama gerek yok. Bacağına dahi sıksam acı çekerek ölecektir. Bunları en iyi sen bilirsin, değil mi Kurşun?”

Gözlerim dolmak üzereydi ve bayılmak üzere olduğumu hissediyordum. Yıllardır ilk defa biri bana eski lakabımla sesleniyordu. Başımı sallayıp kendimi olabildiğince toparladım. Oğlum tehlikedeydi.

“Ne istiyorsunuz?” dedim. Barış hala çığlık çığlığa ağlıyordu. Buna dayanamıyordum.

“Söyledim ya, sorun çıkarmadan bizimle geliyorsunuz. İkiniz de. Hemen.”

“Tamam.” diye mırıldandım. Başka seçeneğim yoktu. Bizden ne istediklerini öğrenecektim ve… Sonra onları elimden kimse alamayacaktı.

Bizi bir arabaya doğru ittiler. Arabaya binene kadar Barış’ı kucağıma vermemişlerdi. Onu kollarıma aldığım an önce daha da ağlamaya başlamış sonraysa sakinleşmişti. Saçlarını okşayıp onu kendime bastırdım ve kokusunu içime çektim.

Bartu’ya ulaşmalıydım. Telefonum… Lanet olsun! Arabadaydı!

Sakinleşmem gerekiyordu, sakinleşmeliydim. Araba hareket ederken iki yanımızda oturan adamlar bize silahlarını doğrultmuşlardı. Nereye gittiğimizi dahi bilmiyordum ama onu canım pahasına koruyacaktım. Kimse ona zarar veremezdi.

Ve bir de, bu iş bittiğinde hiçbiri elimden kurtulamayacaktı.

KURŞUNWhere stories live. Discover now