Étienne Jean-Bart'a vardığında, ocak karanlıktan sıyrılıyor, ayaklı desteklere asılan lambalar ağarmaya başlayan güne rağmen yanmaya devam ediyordu. Karanlık binaların üzerinde, yer yer kızıla boyanmış, beyaz bir sorgucu andıran bir duman yükseliyordu. Étienne, ayıklama hangarının merdiveninden geçerek yükleme hangarına gitti.

Kuyuya iniş başlıyordu, işçiler barakadan yukarı çıkmaktaydılar. Étienne bir an için bu uğultu ve kargaşanın ortasında kıpırdamadan durdu. Megafon bağırtıları, zil sesleri, işaret tokmağının sert darbeleri arasında, ilerleyen vagonlar dökme demirden döşemeyi sarsıyor, dönen makaralar halatları salıyordu; Étienne canavarın insan etinden oluşan günlük tayınını yuttuğunu görüyordu, asansörler hiç durmadan inip çıkıyor, lokmaları kolayca yalayıp yutan o doymak bilmez devin gırtlağından aşağı insan taşıyordu. Étienne, geçirdiği kazadan beri madene karşı öfkeyle karışık bir tiksinti duymaktaydı. Yerin altına inen bu asansörleri gördükçe içi çekiliyordu. Başını öte yana çevirmek zorunda kaldı, kuyu onu sinirlendiriyordu.

Gazları tükenmekte olan fenerlerin belli belirsiz aydınlattığı geniş ve loş hangarda tanıdık yüz göremiyordu. Lambaları ellerinde yalınayak bekleyen madenciler, iri iri açılmış endişeli gözlerle ona bakıyor, sonra başlarını öne eğip utangaçça geri çekiliyorlardı. Kuşkusuz onu tanıyorlardı, Étienne'e karşı hiçbir kin duymuyor, aksine kendilerini alçaklıkla suçlayacağı korkusuyla kızarıyorlardı. Onların bu hali karşısında genç adamın yüreği kabardı, bu zavallıların kendisini taşladığını unutuyor; onlardan birer kahraman yaratma, halkı, kendi kendisinin başını yiyen bu doğal gücü yönetme hayaline kapılıyordu yeniden.

Asansör kafeslerinden birine insanlar doluştu, bu grup gözden kayboldu; aşağı inmek üzere başkaları da oraya geliyordu, Étienne onların arasında, grev sırasındaki yardımcılarından birini, ölene kadar vazgeçmeyeceğine dair ant içmiş yürekli bir işçiyi gördü.

"Sen de mi?" diye mırıldandı üzüntüyle.

İşçinin beti benzi attı, dudakları titriyordu; ellerini özür dilercesine salladı:

"Ne yaparsın? Bakmam gereken bir karım var," dedi.

Étienne, barakadan çıkan yeni grubun içindeki herkesi tanıyordu.

"Sen de ha! Sen de! Demek sen de!"

Ve hepsi titriyor, boğuk bir sesle kem küm ediyordu:

"Bir annem var... Çocuklarım var... Eve ekmek götürmek gerek."

Asansör gecikmişti, işçiler tasalı tasalı beklemeye koyuldular, yaşadıkları bozgun yüzünden öyle büyük bir utanç duyuyorlardı ki birbirleriyle göz göze gelmekten kaçınıyor, sürekli kuyuya bakıyorlardı.

"Ya Maheude?" diye sordu Étienne.

Yanıt vermediler. İçlerinden biri, birazdan gelir anlamında bir işaret yaptı. Diğerleri büyük bir acıma duygusuyla kollarını havaya kaldırdılar: Ah zavallı kadıncağız, nasıl da perişan durumdaydı! Sessizlik sürüyordu; arkadaşları, veda etmek için elini uzatınca hepsi bu eli kuvvetle sıktı, bu sessiz tokalaşmada boyun eğmiş olmanın öfkesi, ateşli bir intikam alma umudu hissediliyordu. Asansör gelmişti, içine doluşup kuyunun derinliklerine daldılar, dipsiz çukur hepsini yuttu.

O sırada, çavuşların kullandığı camsız lambasını baretinin deri kısmına tutturmuş olan Pierron görünmüştü. Bir haftadır yükleme hangarında ekip şefiydi, işçiler kenara çekilip ona yol verdiler, çünkü kendisine saygı gösterildiği zaman zevkten dört köşe oluyordu. Étienne'i görünce canı sıkıldı, yine de yanına yaklaştı ve genç adamın gideceğini öğrenince rahatladı. Biraz sohbet ettiler. Karısı şimdi kendisine çok yakın davranan şeflerin desteği sayesinde Evrim meyhanesini işletiyordu. Birden sözünü yarıda keserek, beygirlerinin pisliklerini vaktinde yukarı çıkarmadığı için Mouque Baba'ya çıkıştı. İhtiyar süklüm püklüm onu dinliyordu. Kuyuya inmeden önce, yediği azar yüzünden boğazı düğümlenerek, Étienne'in elini sıktı; tıpkı diğerlerininki gibi, bastırılmış bir öfkenin heyecanıyla dolu, gelecekteki başkaldırıların umuduyla titreyen bir tokalaşmaydı bu. Étienne, kendi avucunda titreyen bu yaşlı el, çocuklarının ölümünden dolayı onu bağışlayan bu ihtiyar karşısında öyle duygulanmıştı ki tek kelime etmeden onun gözden kayboluşunu izledi.

GerminalWhere stories live. Discover now