VI

315 17 3
                                    

VI

Saat sabahın dördüydü. Serin nisan gecesi gündoğumunun yaklaşmasıyla ılınmaya başlıyordu. Berrak gökyüzünde yıldızlar göz kırparken, bir seher aydınlığı doğu tarafını kızıla boyuyordu. Uyuklayan karanlık kırlarda hafif bir ürperti, uyanıştan önceki o belli belirsiz uğultu vardı.

Étienne geniş adımlarla Vandame yolunda ilerliyordu. Altı hafta boyunca, Montsou'da bir hastane odasında kalmıştı. Hâlâ sapsarı ve çok zayıf olsa da, ayağa kalkma gücünü bulmuş ve yola koyulmuştu. Ocakları için hâlâ kaygılanan ve peş peşe işçi çıkaran işletme, ona da artık birlikte çalışamayacaklarını bildirmişti. Yine de Étienne'e yüz frank yardım parası vermiş ve babacanca bir tavırla, artık ona ağır geleceğini söyleyerek maden ocaklarında çalışmaktan vazgeçmesini tavsiye etmişlerdi. Ama o bu yüz frangı geri çevirmişti. Pluchart onu bir mektupla Paris'e çağırmış, yol parasınını da mektupla birlikte yollamıştı. Eski düşü gerçekleşiyordu. Bir gün önce hastaneden çıktığında, geceyi Pür Neşe'de, dul Désir Kadın'ın yerinde geçirmişti. Sabah erkenden kalkan Étienne'in, gitmeden önce yapmak istediği tek bir şey kalmıştı, sekizde Marchiennes'den hareket edecek trene binmeden önce arkadaşlarıyla vedalaşmak istiyordu.

Étienne giderek pembeleşen yolun üzerinde bir süre durdu. Erken gelen ilkbaharın bu temiz havasını içine çekmek çok keyifliydi. Sabah saatleri çok güzel olacağa benziyordu. Hava yavaş yavaş aydınlandıkça yeryüzündeki yaşam da canlanıyordu. Uzakta gecenin pusundan sırılmakta olan ovayı seyrederek, elindeki kızılcık sopasını yere sertçe vura vura tekrar yürümeye koyuldu. O gün bugündür kimseyle görüşmemişti, kendisini hastanede bir kez ziyaret eden Maheude kuşkusuz bir daha gelmeye fırsat bulamamıştı. Ama şu anda İki Yüz Kırklar mahallesinin tamamının Jean-Bart'da çalıştığını ve Maheude'ün orada işe girdiğini biliyordu.

Issız yollar giderek kalabalıklaşıyor, kömür işçileri soluk yüzleriyle sessizce Étienne'in yanından geçiyorlardı. İşletmenin, kazandığı zaferi kötüye kullandığı söyleniyordu. Açlık yüzünden yenilgiye uğrayan, iki buçuk aylık grevin ardından ocaklara geri dönen işçiler, şimdi arkadaşlarının kanına bulandığı için daha iğrenç görünen o payandalama ücretini, o gizli ücret indirimini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Böylece bir saatlik emekleri çalınıyor, boyun eğmemek adına ettikleri yeminleri boşa çıkarılıyordu; zorla bozdurulan yeminlerinin acısı bir yumruk gibi boğazlarına oturmuştu. Mirou'da, Madeleine'de, Crèvecoeur'de, Victoire'da, her yerde tekrar işbaşı yapılmıştı. İşçiler puslu sabah saatlerinde, karanlığa gömülmüş yollarda, mezbahaya götürülen bir hayvan sürüsü gibi başları önde taban tepmekteydi. İncecik giysileri altında tir tir titriyor, kollarını kavuşturuyor, bedenlerini öne doğru eğerek, gömlekleri ile ceketleri arasına yerleştirdikleri azıklarıyla kamburlaşan sırtlarını daha da tümsekli hale getiriyorlardı. Toplu halde tekrar işbaşı yapan bu insanların, hiç gülmeyen, sağa sola bakmayan bu kapkara ve sessiz gölgelerin öfkeyle dişlerini sıktıkları, yüreklerinin kinle dolu olduğu, sadece aç kalmamak için boyun eğdikleri hissediliyordu.

Étienne ocağa yaklaştıkça sayılarının arttığını görüyordu. Neredeyse hepsi tek başına yürüyor, grup halinde gelenlerse, diğerlerinden de, kendilerinden de bezmiş bir halde bitkin adımlarla tek sıra halinde ilerliyorlardı. Sapsarı alnının altında gözleri kor gibi yanan çok yaşlı bir işçi ilişti gözüne. Bir başkasının, genç bir işçinin ise soluk alıp verişi, fırtına öncesi çıkan esintiyi andırıyordu. Birçoğu pabuçlarını eline almıştı; kalın yün çoraplarının çıkardığı belli belirsiz ses zar zor duyuluyordu. Bu, sonu gelmez bir akın, yenik düştüğü için başı önde ilerleyen, tekrar mücadeleye girip intikam alma ihtiyacıyla içten içe kıvranan bir ordunun zoraki yürüyüşü, bir bozgundu.

GerminalWhere stories live. Discover now