"Demek kararlısın, istemiyorsun, öyle mi?" diye sordu Étienne.

"Hayır" dedi Catherine. "Chaval'den sonra sen ve senden sonra bir başkası... Hayır düşündükçe tiksiniyorum, hiç mutlu olamayacaksam neden böyle bir şeye girişeyim ki?"

İkisi de sustular, tek laf etmeden yüz adım kadar daha yürüdüler.

"En azından nereye gideceğini biliyor musun?" dedi Étienne. "Böyle bir gecede seni tek başına dışarıda bırakamam."

Catherine sadelikle cevap verdi:

"Geri dönüyorum, Chaval benim erkeğim, onun evinden başka bir yerde yatamam."

"Dayaktan öldürür seni!"

Yeniden sustular. Catherine boyun eğmiş bir ifadeyle omuz silkmişti. Chaval onu dövebilirdi, nasıl olsa yorulunca bırakacaktı, bir fahişe gibi sokaklarda sürtmesi daha mı iyi olurdu sanki? Hem tokatlara giderek alışıyordu; kendisini avutmak için, on kızdan sekizinin daha da kötü erkeklerle birlikte olduğunu tekrarlıyordu içinden. Sevgilisi bir gün kendisiyle evlenirse, bu da bir incelik sayılırdı.

Étienne ve Catherine farkında olmadan Montsou'ya doğru yönelmişlerdi, oraya yaklaştıkça daha da suskunlaşıyorlardı. Sanki daha önce hiçbir şey paylaşmamışlardı. Étienne, Chaval'in yanına dönmeye karar verdiği için çok üzülse de, kızı ikna edecek bir söz bulamıyordu. Yüreği parçalanıyordu, ona bir kaçağın sefil yaşamından, bir asker kurşunuyla beyni dağılacak olursa yarınsız bir geceden başka sunacağı şey yoktu. Belki de en doğrusu, yeni bir derde çanak tutmadan şu anki derde katlanmaktı. Başı önde, kızı sevgilisinin evine götürüyordu; anayolda, şantiyelerin köşesinde, Piquette'in meyhanesine yirmi metre kala Catherine onu durdurdu.

"Daha öteye gelme. Seni görürse yine çıngar çıkarır" dediğinde de hiç itiraz etmedi.

Kilisenin çanı on biri vuruyordu, meyhane kapanmıştı, ama aralıklardan ışık sızıyordu.

"Hoşça kal," diye mırıldandı genç kız.

Elini uzatmıştı, Étienne bir türlü bu eli bırakmıyordu; Catherine ayrılabilmek için, istemeye istemeye elini yavaşça geri çekti. Arkasına hiç bakmadan, anahtarıyla açtığı küçük kapıdan içeri girdi. Ama genç adam oradan uzaklaşmıyor, olabileceklerin kaygısıyla gözünü evden ayırmadan olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Kulak kabartıyor, dayak yiyen bir kadının çığlıklarını duyma korkusuyla tir tir tiriyordu. Ev sessiz ve karanlıktı, Étienne birinci kattaki bir pencerenin aydınlandığını gördü; pencerenin açılıp da yola doğru eğilen ince karaltıyı tanıyınca ilerledi.

Catherine fısıltıyla konuştu:

"Eve dönmemiş, ben yatıyorum... Yalvarırım, sen de git buradan!"

Étienne oradan ayrıldı. Buzların çözülmesi hızlanıyor, çatılardan sel gibi sular akıyor, karanlığa gömülmüş bu sanayi kasabasının duvarlarından, tahta perdelerinden, belli belirsiz seçilebilen bütün kütlelerinden adeta ter sızıyordu. Étienne önce, yorgunluktan ve kederden tükenmiş bir halde Réquillart'a yöneldi, yeraltında gözden kaybolup ortadan silinme ihtiyacı içindeydi.

Sonra aklına Voreux geldi; işbaşı yapacak Belçikalı işçileri, askerlere karşı öfkeli ve ocaklarına yabancıları sokmamaya kararlı olan arkadaşlarını düşündü. Eriyen kar sularının oluşturduğu gölcükler arasında yeniden kanal boyunca yürümeye başladı.

Moloz tepeciğine yaklaştığında ayın pırıl pırıl parladığını gördü. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı, tepelerde esen şiddetli rüzgâr bulutları hızla sürüklüyordu; bulutlar giderek beyazlaşıyor, inceliyor, ayın önünden geçerken bulanık bir suyun puslu saydamlığına bürünüyorlardı; birbiri ardınca öyle hızlı geçiyorlardı ki bir an için perdelenen ay, çok geçmeden tüm parlaklığıyla yeniden beliriyordu.

GerminalWhere stories live. Discover now