1 - kimseye sormadım yolu, kendim buldum geldim.

6.2K 356 115
                                    

Yıllar, her günü farklı bir şeyler yaşadığım, yeri geldiğinde ağlayıp, güldüğüm, etrafı dağıtarak sinirimi çıkardığım, olgunlaştığım, tekrar etmemek üzere hata yapmayacağım diyerek defalarca hata yaptığım; hayatıma dahil ettiğim, hayatımdan ittiğim insanların olduğu 365 günün toplamında çok şey yaşadım.
O 365 günün içinde kendimden eksilttiğim duygular dışında; kendime kattığım, her hatadan ders aldığım anlarda oldu. Döngü halinde yılların tekrarı: Üzül, ağla, sinirlen, gülümse, arkadaş edin, büyük kazıklar ye, çalış, emek ver, herkes gitsin yalnız kal, üzül, ağla ve sinirlen. Yine gülümse.

Fakat bu sefer hiç ummadığım şeyi yaşadım: Aşkı.

Bazı insanların aksine dünyayı seviyorum; yeşillerin toprakla birleşimini, gökyüzünün güneşe hez zaman ev sahipliği yapmasını en çok da yaşamayı sevdim. Fazla konuşmasam da, kendimi anlatarak kazandığım bir hayatı sevdim. Fakat insanları sevemedim. Buna kendim de dahil. Her şeyden dert yanan, bir şeyi beğenmeyen, büyük hediyelerle gülümseyebilen, ağlarken aynaya bakan, lafları heceleyerek çocuklarını dövebilen insanları sevemedim. Herkesin peşinden koşup, dil döken, yaptığım işler beğenilsin diye kırk takla atan; şarkı dinlerken sakinleşemeyen, herkes gibi çikolataları sevemeyen, hayvanlardan korkan, giyinmesini bilmeyen kendimi de sevemedim. Kendimi sevemediğim gibi insanları da sevemedim. İşte bu yılbaşı kendimi sevebildiğimde, birini sevebildim.

Küçücük bir şeyde mutlu olabilen, hayvanlara benim aksime deli gibi seven, insanları üzmemek için kendini hiçe sayan, birini mutlu edebilmek için kırk takla atan, resim yaparken kendini kaybeden çikolata gözlere ve tene sahip oğlanı sevebildim.

Fakat, o beni sevemedi.

Dünyayı sevmeyi bıraktım, dünya beni bıraktı.

***
şubat 2018

"Bay Do, toplantıya geç kalıyorsunuz efendim." Sekreterim sakin sesiyle beni uyandırdığında, uyuya kaldığım afişlerin üstünden başımı kaldırdım.

"Neredeler?"

"İkinci binadalar ve başlamak üzereler." Elindeki belgeleri masama bıraktığında, ona teşekkür ettim. Dün gece afişler için saatlerce uğraşmış ve yorulmuştum. Üstümde bol duran paspal görünüme kavuşmuş takım elbisemi düzeltmekle uğraşırken, gelişi güzel dağılmış saçlarım için ne yapacağımı bilmiyordum. Bu aralar oldukça hantaldım. İstenilen şeyleri yapmakta sıkıntı çekmiyordum ama istenilen şeyleri yapmak eskisi kadar normal gelmiyordu.

Çalışanların binasından uzanan koridordan ikinci binaya geçerken, çamur izi kalmış ayakkabılarım zeminde tok sesler çıkarıyor ve bu sese bile artık tahammülsüzlük gösteriyordum. Yıllarca okumanın meyvesini, getir götür işi yaparak yemek berbattı. Küçük bir esnemeyle parmak ucunda yükseldim. Bu hareketim zeminde ayakkabılarımın çıkardığı sesi kesti. Birinin beni görüp görmemesi umrumda olmadı. Birinin benimle ilgili ne düşüneceği de öyle. Artık her ota boka kafa tutan Kyungsoo yoktu. Artık her şeyi boka saran Kyungsoo vardı. Yeni yılın ilk haftası ve ben geride yıkık bıraktığım yılın son gününde, uyumak istiyordum.

"Kyungsoo, biz de seni bekliyorduk." Şirketin onurlu başkanı Hang Naeul gülümseyerek söylediğinde, "Üzgünüm işim biraz uzun sürdü." dedim. Yalan söylemek eskisi kadar kötü hissettirmiyordu. "Sorun değil." dedi kırışıksız takım elbisenin düğmelerinin üstünden bir tanesini açarken. "Bir kişi daha eksik. Tamamlandıktan sonra başlayabiliriz." Başımı salladığımda, şirket için basılan afişlerde göz gezdirdim. Aynı odada çalıştığımız Taehyung benden farklı olarak rengarenk bir temayla göz boyuyor, kibirinden ödün vermeyen Tao ise klasik üzerinden gidip şirketin masrafını düşünürmüş gibi müdürün gözüne girmeye çalışıyordu. Birkaç kişi sunumuna başlarken, onları dinlemedim. Rakipleri gözlemlemeyi hiçbir zaman yapmadım. Kendi halimde afişleri hazırlayıp sunuyor, müdürün gözlerindeki duygulardan ne kadar alçaldığımı veya yükseldiğimi okuyordum. Nahif bir gülümseme, düzgün anlatım ve saygı çevresinde şakalarla geçen sunumların her biri bir kulağımdan girip bir kulağımdan çıkarken onu gördüm.

Üstünde benim kırış kırış takım elbisemim aksine tek bir pürüz olmayan siyah takımıyla toplantıya katılan Kim Jongin'i gördüm. Gri saçları, saçlarımın aksine ipek gibi yumuşak; berrak cildi, hafif çıkmaya başlayan sakallarımın batmasıyla bir porselen edasıyla çizilecek gibiydi. Kim Jongin, yıkık halime karşı dimdik ayakta. Gözlerimi ondan çekmek istedim, nasıl desem gözlerimi üstünde görüp yakalanmış hissiyle gözlerimi kaçırmak istedim. Fakat bunu yaptığım günler olmuştu ve o günlerde ben küçüktüm. Duygularım küçük, isteklerim ve hayallerim küçüktü. Şimdi ise küçük olan o şeyler artık yoktu.

"Trafiğe yakalandım." Ama onun ses tonu, büyüktü. Nasıl yaralandım bilmez, nasıl canımın yandığını görmez. Bir şey kaçırıp kaçırmadığını sorarken, ellerini asice alnına dökülmeye çalışan saç tutamlarına attı. Gözlerim, bileğinde kimsenin fazla bilmediği o küçücük benine kaydı. O küçücük ben, benim için büyüktü mesela. Öpesim gelir de, susarım. Çalışanlarda tek tek gözlerini gezdirirken, bana değdi gözleri çok oyalanmadı bende. Çekti benden gözlerini, öyle aceleyle çekti hem de. Çünkü çok bakarsa onun bana aşık olduğunu sanırmışım, öyle söyledi. Eğer söylemek isteseydim, ona zaten aşık olduğumu söylerdim. Biliyordu. Sevgimin mısralardan taştığını, içimden taştığını biliyordu ama sustum. Böyle doya doya tüm güzelliğini inceledim, ısrarla bakmadı, müdür afişlerimi tanıtmamı istediğinde, kalktım. Nahif bir gülümse, düzgün anlatımım ve küçük ölümler sergiledim. Gri saçları önüne düştüğünde, sırf dikkatimi kendine çekmemek için onları düzeltmedi. Küçük ölümlerimi görmedi. Gördü de, görmezden geldi. Sustum, afişlerimi beğendiler. O da beğendi mi bilmem, ama titreyen elleri çalışmam için puanlama yaparken, bana baktı. Keşke bakmasaydı. Desenize bu gece de o bakışı için hayaller kuracaktım. İsmimi söylediğinde afişlerimi eline bıraktım. Eli, ellerime değmedi. Gözleri, parmaklarımdaki yaralara kaydığında, elimi ondan çektim. Gözleri yine bana değdi, sustum.

Ben sevdim de, sustum.


***
aralık 2010

Yapraklara üzülürdüm. Oradan oraya savrulurlar, rüzgara direnirler, kaçarlar fakat biri gelip parçalara ayırır. İnsanlar yere basarlar basmasına ama düşünmezler kaç kişiyi ezdiklerini. Bana göre sonbaharın getirdiği tüm yapraklar, hayallerdi. Olmamış, olmayacak, acıtmış hayaller... Her biri bir kişinin altında ezilmiş, parçalanmış. Çok büyük isteklerim yoktu o zaman. Bakın işte oradayım. Elimde ufak bir hediye. Soğuktan üşümüş ellerimi bir an önce ısıtmak için kendimi kafenin içine atıyorum. İçerisi sıcak olabilir, bedenimi ısıtan, şömineden yükselen ateş değil. Beni kasıp kavuran, o gülümseme. Beni yedi bitirdi, o gülümseme. O gülümsemenin üstününe binlerce şey söyleyebilirim ama gerek yok. Herkesi ısıtmış işte, herkesi kendine yakınlaştırmış işte, elinde de sıcak kahvesi var. Her şeyi sıcak, yanakları kızarmış, evet tam sıkmalık. Yaptılar da. Gözlerimin önünde seviyorlar da, gülümsedim. Sonra kapıyı arkamdan kapatmamla, sallanan zil, kahverengi saçlarını hareketlendirerek bana bakmasını sağladı.

"Hyung!" dedi zıplaya zıplaya yanıma gelirken. "Neden bu kadar geç kaldın?" Üstümden kabanımı çıkartırken, "Babamı biliyorsun, işleri yine bana yükledi." dedim. Suratını astığında, tıpkı bir çocuk gibi sızlandı. "Babanı sevmiyorum."

"Hayır," dedim. "Seviyorsun. "

"Evet, seviyorum... " diyerek onayladı beni. "...ama böyle engel koymasına katlanamıyorum. "

"Geldim işte." dediğimde gülümsemişti. Sonra yanına nişanlısı geldiğinde, gülümsemesi son bulmuştu.

Kim ailesinin küçük sıcak kafesi, her daim dolu olurdu. Fakat şimdi bu kalabalık, nişan töreni için bir aradaydı. Elimde ufak bir hediye, gönlümde parçalanmışlık.

"Hoşgeldin oppa." Siyah saçları, beyaz boynuna dökülen genç kızın sahte olduğunu bildiğim gülümsemesine karşılık verdim. "Hoş buldum. "

Açmış, solmuş, sararmış hayallerim bir kez daha ezilirken, ben aşkımı hoş buldum.


***

y/n; başladık hadi bakalım 🍃
bölümler hızlı gelecek, kemerlerinizi bağlayın~

koi no yokan Where stories live. Discover now