Sevimsiz olaylar silsilesi;

229 22 48
                                    

Sıla ULUSOY;

Üç Aralık iki bin on yedi.

Sonbaharın başlangıcını haber vermek için etrafa saçılan turuncu yapraklar, sıcak havayı mağlubiyetle uğurlayıp yerini ele geçiren soğuk rüzgârlar ve insanı derin bir hüzne sürükleyen koyu gri bulutlar... Hava fena kasvetliydi fakat içimdeki kasvetin yanında solda sıfır kalıyordu. Sonbaharın etkisi nedeniyle kapkara bulutlara ev sahipliği yapan gökyüzü, içimin de kararmasına neden olmuştu ama tuhaf bir şekilde ışık alıyordum. Mutsuzdum ama umudum vardı. Yıllar sonra ilk defa umudum vardı, nedensizce. Bu umudun içimde kalacak bir yeri olmadığını biliyordum. Bu nedenle, ona tutunmamam gerektiğinin de farkındaydım. Yine de bir umut kırıntısının içimde filizlenmesi şaşırılacak bir durum gibi gelmişti ve ben o an; o umut parçasına keskin bir inanç duymuştum.

Yatağımın içinde sırt üstü uzanmış, bu duruma anlam vermeye çalışıyordum ama bu çalışmam çok uzun sürmedi. Dayım alarmımın sesine benden önce uyanmış ve her zaman yaptığı gibi yüksek ses ile söylenmeye başlamıştı. Bu da, düşünmem için gereken sükuneti yarıp geçiyordu. Mecburen düşüncelerimin sonuna virgül koyup düşünme çabalarımı bir süre için erteledim. Kafamı kalın battaniyemin altından çıkarıp artık alıştığım küf kokulu odamın havasını içime çektim ve içimde bir süre kalan havayı yoğun bir şekilde dışarı üfledim. Ayaklarımın yardımı ile üstümdeki battaniyeden kurtulup gıcırdayan demir yatağımdan ağır hareketlerle kalktım. Odadan çıkmak için kapıya doğru yürüdüm fakat ben daha odadan çıkmaya fırsat bulamadan dayım odaya hızlı bir şekilde giriş yaptı.

"Sonunda uyanabildiniz prenses hazretleri." Sesi kulaklarımı doldurunca yüzümü buruşturdum.

"Sana odama girmemeni daha kaç defa söylemem gerekecek?" Onun aksine sesim sakin ama olabildiğince katıydı. Ona karşı hiçbir zaman kibar olmamıştım çünkü bunu hiçbir zaman hak etmemişti.

"Sen kimin evinde kime emir veriyorsun?" dedi bana doğru bir adım atarak.

Ben de yüzüme alaylı bir tebessüm ekledim. "Dedemin evinde, dedemin oğluna emir veriyorum. Tartışma çıkarmak gibi bir niyetin varsa geri adım at çünkü işe geç kalmak üzereyim. Ha yok, ben illa seni delirteceğim diyorsan; gidip dedemin yardımıyla meselemizi çözüme kavuşturalım. Ne dersin dayıcığım?" dedim, üstüne basa basa kelimelerin. "Ya da hemen şimdi odamdan çık."

"Kes tantanayı, seni mahvederim." Tehditkar sesinin altından sezilen korkusu içime huzur dolması için yeterli olmuştu.

"Dede!" diye bağırdığımda, dişlerini birbirine bastırıp elini ağzımın üzerine kapattı hızla.

"Sus, sus! Tamam gidiyorum, kes bağırmayı." Elini ağzımdan temkinli bir yavaşlıkla çektiğinde yüzüme geniş bir tebessüm yapıştırdım. Dedeme karşı duyduğu güçlü korku beni eğlendiriyordu ve bunu her fırsatta kullanmaktan asla çekinmiyordum. Aramızda fazla yaş farkı olmadığı için birbirimize tahammül etmemiz daha da zor bir durum haline geliyordu. Sürekli bir çatışma halindeydik. Dedem müdahale etmese saatlerce süren tartışmalara girebilirdik. 

Bana son bir bakış attıktan sonra odamdan çıkıp kapıyı sertçe kapattı. Ben de arkasından çıkıp doğruca dedemin odasına ilerledim. Henüz uyanmamıştı. Girdiğimin aksine sessiz bir şekilde odadan çıkıp yüzümü yıkamak için banyoya ilerledim. Ardından da hızlıca giyinip kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa... Ben kahvaltıyı hazırlarken dayım, oturma odasında, çok nadir düzgün çalışan küçük televizyon ile kavga ediyordu. Dedem de uyanmış, yatağını topluyordu. Kahvaltının hazır olduğunu belirtmek için seslendiğimde ikisi de kurduğum sofrada yerlerini almış, vakit kaybetmeden kahvaltılarına başlamıştı.

CEHENNETWhere stories live. Discover now