final - çocukluğumun sökükleri

Start from the beginning
                                    

"Eee?" dedim. "Evlerimize dağılalım hadi."

Ayaklandığımda kolumdan tutup beni yanına çekti. "Bir şeyi daha unutuyorsun." dedi. Gözlerimi kısıp başımı yana doğru eğdim. "Bunları ezbere bildiğimi..." Nefeslerimiz birbirine karışacak şekilde bana doğru yaklaştı. "...ve seni bunların umrumda olmayacağı kadar çok sevdiğimi unutuyorsun, Kyungsoo."

Hemen sonra yanağımdan öptü.

Peşimde koşan ezik, şimdilerde gözde kıçlılardan Kim Jongin sizce de sevince daha da güzel değil miydi?

***

Küçükken annemin izlerken ağladığı diziler olurdu. Ona neden ağladığını sorduğumda, siyah küt saçlarını savura savura ağlamadığını söylerdi. Ama ağlıyordu ve ben neden yalan söylediğini anlamış değildim. Bu sefer plaklarını cilalayan babamın yanına gidip annemin ağladığını söylemiştim. O da bana "Hayır, annen ağlamıyor Kyungsoo." demiş ve popomdan itip oyuncaklarımla oynamamı söylemişti. Sonra annem televizyon karşısında kahkahalar atmaya başladı, bu kadar komik ne olabilir diye düşünürken annemin yine ağladığını görmüştüm. Bu sefer annem ağlıyor diye ben de ağlamaya başlamıştım. Annem kollarının arasına alıp başımı göğsüne yasladığında neden ağladığımı sormuş, "Çünkü, anne ağlıyor." demiştim.

Annemin elmacık kemiklerinin üstünde biten küçük bir gamze vardı. O gamzeyi nadiren görürdüm. Canı isteyince kendini gösteriyor gibiydi. Annem gözlerini, gözlerime dikerek gülümsediğinde  "Ağladım, evet..." dedi. "...ama gülmekten bebeğim."

"Gülmekten ağlamak?" demiştim aval aval. Çünkü saçma gelmişti. Ben istediğim oyuncak alınmadığında veya yine istemediğim yapılmadığında ağlardım.

Annemin yanına babam oturduğunda, bu sefer kucağına gittiğim kişi babam olmuştu. Bana gülmekten ağlamanın nasıl olduğunu anlatırken, onları balık gibi açılan ağzımla izliyordum. Sonra onlara gülmekten ağlamak istediğimi söyledim. Önce birbirlerine bakmışlar, ardından beni dizlerine yatırıp gıdıklamaya başlamışlardı.

O gün televizyonda çalan Michael Jackson müziklerine kahkahalarım karışmıştı. Kahkalarıma karışan gözyaşlarına inanamadım. 4-5 yaşındaki bir çocuk için Sünger Bob'un kız olduğunu öğrenmek gibi inanılmaz bir şeydi.

Hayatımda sadece bir kere yaşamıştım.

Fakat şimdi Jongin okulda beni görmek için neler yaptığını anlatırken, parmaklarımla yanağıma düşen yaşları siliyordum.

"İnanabiliyor musun?" dedi. "Yeni silinen zeminde kayıp önünde düştüm ve sen bana geri dönüştürebilir atıkmış gibi bakıp yoluna devam ettin Kyungsoo."

Yatağımda bana dönük şekilde yatıyordu. Ben ise hâlâ yıldızlara bakıyor, arada sıra da gözlerine yöneliyordum. "Jongin." dedim iç çekerek. "Ben herkese öyle bakıyorum."

"Bana bile mi?"

"Evet." dedim ona doğru dönerken. "Sana bile. Dudaklarını daha da öne çıkartıp somurttuğunda güldüm. Gülmekten karnım ağrıyordu. "Yere düştüğünde etrafına bir sürü insan toplanıyor, nereye gitsen, ne yapsan olay. Görende idol falan zannedecek." Kafamı iki yana salladım. Bana biraz daha yaklaştı.

"Ama işte herkes gibisin. Ya Jongin." dedim farkında olmadan yaklaşırken. "Sen erkeklerden hoşlanıyorsun." dediğimde "Yoo." dedi.

"O zaman biseksüel misin?" dedim korkuyla.

Yine "Yoo." dediğinde gözlerim kasıklarına kaydı. "Orada uzun bir şey var değil mi?" Elini ağzına götürüp, kahkahasının desibelini azaltmaya çalıştı fakat yine de enkaz altında kaldım.

bana kalırsa bana kalWhere stories live. Discover now