“İleride bizim de muzuna sarılan bir miniğimiz olsa diyorum da…”

Şokla gerilen bedenimi hissetmiş olacak ki belimdeki kollarını biraz sıkılaştırdı. Ama tam tersini yapması gerekiyordu. Şaşkınlığım bütün bedenimi ele geçirirken düşüncelerim tarafından istila edilmiştim.

Kollarını hızla belimden çekip bahçeye yöneldim. “Hava alacağım.”

Dışarı çıktığımda öylece durdum. Az önce Bartu, bizim bir çocuğumuz olmasını istediğini dile getirmişti. Direk ve net. İlişkimize bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar ciddi bakabiliyordu? Evet onu seviyordum, onu çok seviyordum ama evlenmek… Hem de benim gibi biriyle?

Pek akla yatkın bir şey gibi görünmüyordu. Ve bir çocuk mu? Benim çocuğum mu? Düşünemiyordum bile. Muz yerine silaha sarılan bir çocuk olurdu herhalde. Gerçi gözümde canlandı da… Çok komik bir görüntüydü. Ve benim için belki biraz da sevimli. Ama hayır. Bu bir çocuk için normal ve iyi bir görüntü olmazdı. Lanet olsun tabii ki olmazdı! Yine de bazen… Çocuk sayılırken silah kullanabiliyor olmayı diliyordum. Şimdiki hayatımdan şikayetçi olduğumdan değil ama… Her şey çok farklı olabilirdi.

Derin bir iç çektim ama geçmişin gözümün önüne gelmesine izin vermedim. Uzun süredir tozlandıkları yerde kalmalarını sağladım. Birkaç derin nefes daha aldım ve içeri döndüm.

Akşama kadar Berke’yle ilgilenmiştik. O öğlen uykusuna yattığındaysa biraz Bartu’yla yalnız kalabilmiştik. Çünkü kendini yetişkin sayan Olcay da Berke ile birlikte uyumuştu.

Bartu tekrar öyle bir laf etmemişti. Hatta o anın garipliğinden de bahsetmemişti. Hiç olmamış gibi davranmıştık. Beraber bir aksiyon filmi izlemiş ve gerçekçi eleştirilerde bulunmuştuk. Eh, hayatımıza bakılırsa çok da zor olmamıştı.

Akşama doğruysa yanlarından ayrılmıştım. Nereye gideceğimi duymak için beni son sıkıştırdıklarına söylemiştim ve hemen üstüne atlamışlardı. Ama gelemeyeceklerini söylemiştim.

“Oturun oturduğunuz yerde. Şu ana kadar işimi kendim hallediyordum. Yine kendim hallederim. Gerekirse, destek ekiple gelirsiniz.”

Bence yeterince net cümlelerdi.

Motoruma binip daha önce de gittiğim bara gittim. Yanımda duracak çocuklar hazırdı. Ve Mert. Onları kapıdan alıp içeri girdim ve görevlilerin yönlendirmesiyle odaya ilerledim. Çoktan gelmişlerdi. Temsilciler kendini tanıttı ve masaya oturuldu.

Sandalyesine oturmadan önce içerideki herkes silahını çıkarıp masaya bıraktı. Ama elinin hemen yanına. Bu size hem güveniyorum hem güvenmiyorum mesajı veriyordu. Yani diyordu ki, ters bir durum olursa karışmam. Biz de aynısını yapmıştık. Zaten adamlar benim bir kadın olduğumu görünce rahatlamış gibiydiler. Kendi kendime sinsice sırıttım. Onlar da öğrenecekti.

“Hoş geldiniz. Fiyat karşılaştırmaları zaten yapıldı. Burada işler nasıl döner bilirsiniz. Şu an paranın bir önemi yok. Sadece bir tarafın diğerini vaz geçirmesi gerekiyor. Başlayabilirsiniz.”

Bu insanların lafı uzatmamalarını ve süslememelerini seviyordum.

İhale sahibini temsilen bulunan grubun başkanı konuşmasını bitirince karşımdaki adamlara baktım. Hepsi öylesine ‘Biz kazandık’ havasındaydı ki…

“Sanırım direk geri çekilmelisiniz, değil mi beyler?” dedim sırıtarak. Birden biri ciddileşti.

“Seni kaybettiğinizi kabullendiğiniz için göndermediler mi güzelim?” dedi. Sonra ciddiliği bıraktı ve laubali bir sesle ekledi. “Sen bizim kazanma ödülümüz değil misin?”

Cümlenin altındaki anlamı açıkça ortaya koymuştu. Ah, demek uzatmıyorduk ha?

Silahımı çektim ve tek dizimin yardımıyla hızla masanın üstüne çıkıp silahı adamın alnının ortasına dayadım. Ben elime alır almaz herkes silahını çekmişti. Karşımdaki hariç. O daha ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Ne diyorduk?” dedim iş ifademi bozmadan. Adamın korktuğu belliydi. Bunu göstermekten de çekinmemişti. Yağcılığa da başlayacak mıydı?

“Be-bence siz kazandınız ki zaten.” tam tahmin ettiğim gibi “Değil mi Caner? Had-“

İlk kurşun sesiyle adamın sözü yarım kalmıştı. Bense hemen silahımı konuştuğum adamdan, onu öldüren adama çevirdim.

“Onun burada işi yoktu.” dedi adam kalın sesiyle. “Benimle konuş.”

“Pekala.” diye mırıldanarak masanın üstünde ayağa kalktım. Şimdi hepsine tepeden bakıyor ve silah doğrultuyordum. Ama sanırım bugün için kıyafet olarak şort biraz yanlış bir seçim olmuştu. Ya da… Belki de dikkat dağınıklığı daha sonra işimize yarardı.

Düşüncelerimi bırakıp adama baktım. “İhaleyi neden istediğinizi, size ne katacağını bilmiyorum ama tahminimce bunu kazanmanız yeni zengin züppe patronunuzun gözüne girmeniz demek. Çünkü o da ilk işiyle babasının gözüne girmeye çalışıyor. Ama yanlış kayaya tosladınız.”

“Nedenmiş o? Ayrıca yeni patronla bir alakası yok. Biz her zaman girdiğimiz işleri alırız.”

İstemsizce güldüm. İnkar ederek gerçekliğini önümüze sermiş olmuştu adam.

“İstediğin kadar konuş ama bu ihale bizim. Bırak, işi uzatmayalım. Sen de adamlarını kaybetme.”

“Kim adamlarını kaybedecek göreceğiz.” dediği an başıyla işaret verdi ve birden silahlar patlamaya başladı. Bense önce davranıp adamın kafasına bir tekme geçirmiş o yere yığılırken de yanımdakini kendime siper etmiştim.

Önüme çektiğim adam birkaç kurşun yerken ben de birkaç adamı vurmuştum ve birden sert bir sesle bağırdım.

“Yeter! Kesin!”

İki tarafta anında dururken silahımı bıraktım, masadan aşağı atladım. Tekmemden sonra yeni kendine gelen adamı yakalarından tuttum ve duvara yaslayarak konuştum.

“Etrafına bak. Kaç adamın kaldı? Kim kazanacak sence? Şimdi can derdine düşüp vaz geçtiğini söyle de daha da aptal bir adam durumuna düşme.”

Keskin sesimle yüzüne tısladım. Adam gözlerini birkaç kez kırpıştırıp etrafına bakındı. Gerçekten az adamı kalmıştı. Evet, biz de adam kaybetmiştim ama yine de üstündük.

“Va-Vaz geçiyoruz. Siz kazandınız.”

Adamın sesini ihale sahiplerinin duyduğu onayını aldıktan sonra yakalarını bıraktım. Ellerimi çırparak masadan silahımı aldım ve kapıya ilerledim. Adamlarım da peşimden gelmişti elbette. Bu kadardı işte.

KURŞUNWhere stories live. Discover now