Gözleri kıpırdanmaya başlayınca bu kez de ben gözlerimi kapattım ve sargılı elimi örtünün altına sakladım. Derin nefes alıp esneyen sesini duydum. Sonra hafifçe doğrulmuş olmalı ki yatak kıpırdadı.

"Angelina!" dedi şaşkın çıkan sesiyle.

"Hmm!" diye uykuluymuş gibi tepki verdim.

"Ne zaman geldin? Hiç duymadım bile." Hafifçe omuz silktim. Eli saçlarımda yer buldu ve şefkatle okşadı. "Kabus mu gördün meleğim?" Tepki vermeyince yanağıma ufak bir öpücük bıraktı. "Sen biraz daha uyu, kahvaltı hazır olunca haber veririm."

Usulca başımı salladım ve babam odadan çıktı. Gözlerimi açıp sırtımı tamamen yatakla bütünleştirdim. Vücudum hala ağrılarla çevriliydi, üstelik Kevin yarın hastaneye gidip bileğime tekrar baktırmamı söylemişti, dikiş atılması gerekebilirmiş falan ama şu an en büyük sorunun kapanmaya çalışan gözlerimdi şüphesiz.

Odama gidip hazırlandım ve alt kata indim. Babam telefonda belli ki Kalkan üyelerinden biriyle konuşuyordu. O kadar dalmıştı ki beni fark etmedi bile.

"Bak Shane! Bu lanet cihaza ihtiyacımız var. Kalkan gitgide daha da aşınıyor. Eğer melek veya şeytanlardan birisi içeri girerse içimizden birini bile ele geçirebilir. Öyle olmasa bile bir süre sonra herkesten şüphe etmeye başlayacağız. Çalışmaları hızlandır ve bitir şu işi." Burun kemerini sıktı ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Zaman falan yok. Sadece buna odaklan. Ele geçirilmiş bir bedeni anlamanın tek yolu o cihaz ve bunu yalnızca sen başarabilirsin." Duraksadı ve bir kaç saniye karşısındaki sesi dinledi. "Mara... İyi görünüyor ya da iyiymiş gibi davranıyor. Hiçbir şey hatırlaması mümkün olabilir mi bilmiyorum. Herry psikolojik olarak böyle bir şeyin mümkün olabileceğini söyledi."

Gözleri gayriihtiyari etrafta dolaşırken ben gizlenmekte çok geç kalmıştım. Beni fark ettiği an, "Seni sonra ararım." dedi ve telefonu kapattı.

"Angel, ne zaman geldin?" dedi sıcak tutmaya çalıştığı sesiyle.

"Benimle ilgili konuşmayı duyacak kadar oldu baba." dedim hiçbir şey olmamış gibi mutfak kapısından girerken. Neden bahsettiklerini merak etsem de şu an buna kafa yoramayacak kadar zihnim bulanıktı.

"Şey! Evet, Herry en yakın zamanda seni tekrar görmek istiyor."

Sandalyeye oturduğumda o da karşıma geçti. Önümdeki dumanı tüten omletten bir parça ağzıma atarken, "Bay Fisher'ın ihtisas alanı psikoloji değil baba. Öyle olsa bile hastaneye bir daha gitmeyeceğim." dedim.

Ağzını itiraz için açmıştı ki vazgeçip, "Peki!" dedi. Havadan sudan bir sohbetle kahvaltımızı ettik ama ikimizinde kafasının başka yerlerde olduğu fazlasıyla belliydi.

Masa toplayıp babamın yanağına sulu bir öpücük bıraktım ve o söylenirken evden çıktım. Berbat geçen bir gündü şüphesiz. Uykulu gözlerle okula girdim, son ders bittiğinde ise bitap halde okuldan çıktım. Blake'le adeta kovalamaca oynadığım gün boyunca ne Sophia'yı ne de Damien'ı gördüm.

Kevin ise gün boyu yanımda ara ara belirip beni neşelendiren konuşmalarını sürdürdü. Yine de yorgunluk ve geçmeyen vücut ağrılarım tüm günümü işkenceye çevirmişti. Bir de Blake'ten kaçarken harcadığım efor buna eklenince birazdan yere yığılacak gibiydim. Yine de arabama olabildiğince hızlı yerleştim çünkü Blake bu kaçışlarımın nedenini kesinlikle sorgulayacaktı ve ben Kevin'a verdiğim sözü bozmamak için öğrendiklerimi sindirebilecek bir süreye ihtiyaç duyuyordum. Aksi halde ağzımdan pişman olacağım cümleler dökülebilirdi.

Anlaşılan bugün de babamın onur konuğu olacaktım. Hatta bir süre yatağıma ve huzurlu uykulara veda edeceğim aşikardı.

🗝

ANAHTARWhere stories live. Discover now