SÜLEYMAN AMCA

24.6K 951 972
                                    

Süleyman amca, tarlanın etrafının balçığa çevrilmiş haline aldırış etmeden yürüdü gitti. Mustafa hala Süleyman amcanın arkasından bakıyor, öylece dalmış kendi halini düşünüyordu. Motor yarışını, motorunun halini... Bu düşüncelerden sonra daha fazla sürmek istemedi, aldı motorunu, tuttu evinin yolunu. ''Madem izin verdin tarlaya, neden hevesimizi kırıyorsun?'' demeden alıkoyamadı kendisini.

     Aslında siniri kendisineydi.  Süleyman amcaya değildi ama insanoğlu bir yerden patlayacaktı bu siniri. Mustafa'nın bilmediği daha doğrusu üzüntüsünden sağlıklı düşünemediği için Süleyman amcanın ne yapmak istediğine aklı ermemişti. Eremezdi de çünkü hiç bir şey öfke kadar, insan düşüncesini saptıramaz.

  
     Güneş ışıkları, kendini o sonsuz yemyeşil ormanların derinliğinden kurtarıp yeryüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Geceden yağan yağmurdan sonra açan güneş, dünyanın en muazzam olaylarından birine şahitlik ediyordu Trabzon'u.

    Sabahları ender görülen o harikulade renkleri ile yağmurdan nasibini almış, tüm ormanı kaplayan bir gökkuşağı açmıştı. Baharı andıran bu muhteşem görüntü, olacak güzel olayların habercisi gibiydi.


      Süleyman amcayı tatlı bir telaş tutmuş hazırlık yapıyordu. Uzun zamandır yerinden bile oynatmadığı kırmızının bordoya yakın tonunda olan çantasını karıştırıp duruyordu. İçinde sadece resmi evraklarının saklı olduğu çantayı karıştırdığını gören Hacer teyze:

"Hayırdır ne bu telaş Süleyman. Sabah sabah ne diye o çantayı karıştırırsın?”

"Hacer çok işim var bugün merkeze gideceğim. Bizim bir daire var ya onu satmaya gideceğim.” Duruma şaşıran Hacer teyze: "Yine deliliğin tuttu Süleyman, nereden çıktı birden bire daireyi satmak?”

"Haklısın ama dünyanın en güzel deliliği tuttu bu kez. Öğrendikten sonra sende sevineceksin. Elindeki seccadeyi bırak ta gel Hacer, sana söylemem gerekenler var.”

“Şimdi bak biz iki kişi merkezden geldik köye yerleştik ama ne çocuk var ne torun, bizim sonumuz da belli, ha bugün ha yarın göçüp gideceğiz. Şehirde bir daire bir de düzlükteki tarlamız var.

   Zaten daire desen köye geldiğimizden beri uğrayan yok. Tarla da evin oradaki yetiyor, aşağıdakine de gücüm yetmiyor, hem işimize yaradığı da sayılmaz, serptiğimiz bir kaç tohum onlar da zaruri şeyler biliyorsun.”

    Süleyman amcanın anlattıklarına şaşkın şaşkın bakan Hacer Teyze:

"Tamam iyi güzel de niye satıyorsun sen hele onu söyle.”

"Bizim öksüz Mustafa yok mu Zeynep'in oğlu? Onu bilirsin yıllardır motor sürer durur. Çocuğu dün iki saat izledim televizyonlardakinden farkı yoktu. O yazın yarış mı ne bir şey varmış onun için iyi motora ve yol parasına ihtiyacı var. Ona o motoru ve o yarışa katılması için ihtiyacı olan parayı ben vermek istiyorum Hacer. Önceden tarlanın haline bakmaktan çocuğun nasıl motor kullandığını fark etmemişim. O çocuğun elinden biri tutarsa büyük adam olacak Hacer hem de çok büyük.”

  Hacer teyzenin yüzü gülmeye başlamıştı, Süleyman amcanın böyle istekli istekli anlatmasına.

"Allah senden razı olsun Süleyman iyi düşünmüşsün. Hem Zeynep kızımın az mı faydası dokundu? Ne zaman turşu, konserve, kurutma yapmaya kalksam ya da  fındık toplasam  ilk o koşup gelmez miydi? Ya rahmetli babası! yukardaki kilerin yapımında az mı emeği dokundu?

    Kendi cebinden para bile kattı rahmetli. Onların bu yaptıkları karşında değil bir tarla, bin tane ev feda olsun.”
Hacer teyzenin rızası olduğunu fark edince Süleyman amcanın morali iyice yerine geldi. Tüm gece Hacer bu işe ne der diye düşünmüştü. Artık yüreği ferahlamıştı, rahat rahat satabilirdi elindekileri. Sabah erkenden kasabaya inmişti. Bir kaç tanıdıktan sonra ilk işi, yıllardır bu işi yapan Selahattin Emlak’a gitmek oldu.

YARIŞ (TAMAMLANDI) #Wattys2019Where stories live. Discover now