4.5

39 2 6
                                    

Medya: Adrian Von Ziegler-Wolf Blood

''Bilim de her şey gibidir. İki tarafa da çekilebilir, kötü de olabilir iyi de. Buna karar verecek olan yetkili mercii ise ne yazık ki insandır.''

Etrafı dumanlar kaplıyordu ama Başbüyüğün söylediği kelimelerle birlikte duman da dağılıp gitti. Gemi en az zararla çarpışmadan kurtulmuştu. Gökçe ve Bu destek olmak için birbirlerine sokulmuş oldukları halde dumanların içindeyken gemiden çıkmışlardı. Bilgisayarın sesi boş arazide duyuldu.

''Bizi tercih ettiğiniz teşekkürler.''

Ardından da Bu'nun alaycı sesi duyuldu.

''Bir daha tercih etmeyeceğimize emin olabilirsin.''

Başbüyüğün bu söylenenlerden pek fazla bir şey anlamadığı yüzündeki şaşkınlıkla onları takip etmesinden anlaşılıyordu.

''Beni duydunuz mu? Merhaba.'' dedi alınmış bir ses tonuyla. 

Gökçe ve Bu'da onu görünce şaşırmışlardı ama kısa sürede duman etrafı kaplamış ve onu görmez olunca şaşkınlıkları yok olmuş, bu sırada üstüne bilgisayar konuşunca düşünceleri onunla meşgul olmuştu. Başbüyük yeniden ortaya çıkınca birden duraksadılar ve eski şaşkınlıkları geri döndü. Bu, Gökçe'nin elini bırakıp ileriye doğru adım attı ve adamın yüzüne dikkatle bakarak ona dokundu. Başbüyük de onu dikkatle ve merakla süzüyordu. 

''Selam'' dedi tekrarlayarak.

''Selam'' diye karşılık verdi Bu'da ona ama henüz emin olamamıştı. ''Sen gerçeksin ve biz bu gezegenin bomboş olduğunu sanıyorduk. Yani zeki bir türle karşılaşmayı beklemiyorduk.''

''Türüm yok zaten'' dedi Başbüyük ve aynı an da gözlerini Gökçe'ye çevirdi. Tanıdık birini görmüşçesine gibi bakıyordu ama Gökçe bu bakışı anlamlandıramadı. En sonunda rahatsız olarak ileri çıktı ve kendini tanıttı.

''Merhaba, ben de Gökçe. Şehriniz nerede?''

''Şehrim de yok.''

''Peki, neyiniz var?'' dedi Bu alayla kollarını iki yana açarak çünkü bundan hiçbir şey anlamamıştı. Genel alışkanlığı olduğu üzere de anlamadığı olaylarla dalga geçer, onları küçümserdi. 

''Mağaram. Gelin benimle, hem size neler olduğunu hem de kim olduğumu anlatırım''

Elindeki asayı kaldırarak çok uzakta olan bir taştan ağzı gösterdi. Dümdüz yeşil ovanın ortasında bir dağ yükseliyor ve göğe kadar uzanıyordu. Bu dağın sol eteğinden yarı beline kadar da özel bir yol yapılmıştı. Taşlar bilinçli bir şekilde yontulmuş, düz hale getirilmiş ve sanki dümdüz bir yol olması sağlanmıştı. Gökçe ve Bu, yolu görünce şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Başbüyük onları beklemeden yürümeye çoktan başlamıştı. Gökçe adamın arkasından yürürken Bu gemiye geri dönüp ilaçları almış ve tekrar onlara yetişmişti. Onun için kolaydı, sadece Gökçe'ye odaklanıp ışınlanıyordu. Başbüyük denen adam ise bu duruma hiç şaşırmamış gibi yürümesini sürdürüyordu. Gençti ve bakımlıydı. Üzerindeki siyah cüppe ve tuhaf şekilli siyah şapkasına bakarak da ilginç bir giyim tarzı vardı. Yine de göründüğünden daha akıllı ve olgun duruyordu. 

''Sanki binlerce yıldır yaşıyor gibi.'' dedi Gökçe, fısıltıyla ve düşüncesini sesli söylemenin utancıyla, söylediğinin duyulup duyulmadığını anlamak için etrafına bakındı. Kimse duymamıştı. Sessiz yürüyüş devam ediyordu. Adam yolun kalanında konuşmadı, Gökçe ve Bu da kendi aralarında konuşmadılar. Sadece yürüdüler. İkisi de bu kadar sessiz kaldıklarını hatırlamıyorlardı. En sonunda dağın eteğine geldiler ve taştan yapılma yola girdiler. Yürürken dikkat ettikleri üzere bu taşların yüzeylerinde en ufak bir pürüz yoktu. Taşlar özellikle ve özenle yontulmuş ve yol haline getirilmişti ama bu imkansıza yakın gibiydi. Çünkü bu taşları bu kadar düzgün bir şekilde kesmek ve yol yapmak, üstelik parçası oldukları dağdan onları hiç ayırmadan bunu yapabilmek neredeyse imkansızdı. İkisi de böyle düşünüyorlardı. 

Gökçe AlpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin