BÖLÜM 21 - AYRILIK

2.9K 235 19
                                    

Biraz kısa biraz da duygu yüklü bir bölüm oldu. Sonraki bölüm daha uzun olacak ve aradaki eksikliği kapatacağız. Keyifli okumalar dilerim okuyan dostlarım. Yorum ve oy eksik etmezseniz çok sevinirim.

Beni instagramdan takip edebilirsiniz.(nurakyol123)

Bir yaz geçti, bir güz, bir de kış…Bir kadın vardı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bir yaz geçti, bir güz, bir de kış…
Bir kadın vardı.
Üç mevsimin üçünde de üzgün,
Gözü yaşlı.
Dünya dönmeye devam etti.
Çok şey değişti.
Sadece kadın…
Hep kederliydi.
Buz kütlelerini bile eriten sıcacık gülüşlerini kaybetmişti.
Yıldızlardan daha parlak umut ışığını kaybetmişti.
Bir adam ardına bakmadan, bıraktığını düşünmeden çekip gitmişti.
Güzel gözlü kadının güzel yüzü…
O günden sonra hiç gülmemişti.
--
Kalbin aynasıydı gözler. Yüreğin çektiği tüm acıları apaçık yansıtırdı. Aşık kalp, rahat vermez, sevda sözleri fısıldar dururdu. ‘’Durma, koş sevdiğine. Sonra pişman olma. Uyarmadı deme. Lütfen koş. Git sevdiğine.’’ derdi de ‘’korku’’ bağlardı eli kolu. İşte tam o anda beyin devreye girer, kalp gibi usul usul fısıldamaz, gerçekleri bangır bangır bağırarak, tokat gibi çarpardı yüze. ‘’Çok zaman geçti. Yol bitti. İstediğin gibi oldu işte. Şimdi sessizce çek acını. Hak ettin sen bunu.”
Şimdi mutluluk çok uzakta. Huzur çok uzakta… Deli divane olmuş gönülle bitti günler. Bir yıl geçti, bir gün bile gülmedi. Her şey bitti.
--
Kalktı. Upuzun bir kabustan uyanmış gibi sıçradı. Sanki dipsiz bir kuyuya düşmüş, canını kurtarmak için çırpınmaya bile gerek duymamıştı. Abisi gittikten sonra zar zor kurmayı başardığı hayatı, Çınar’ın gidişiyle tekrar yerle bir olmuştu. Evinden uzakta geçen zamanların sonu nihayet gelmişti.
“Ben gidiyorum.”dedi çatallaşmış, pürüzlü bir sesle. En son ne zaman konuşmuştu? Hatırlamıyordu. Hayatını bu denli yıkıma sürükleyen her şeye, ama başta kendisine, kızdı. Hemen yanında oturan yaşlı kadının seri bir şekilde örgü ören parmakları durdu.
“Gidiyor musun?”diye sordu yumuşak bir tonla. Yüzünden hiç eksik olmayan mütevazı gülüşüyle, yakın gözlüklerinin üzerinden ona baktı. Deli kız sonunda kendine gelmişti. Derin yaraların iyileşmesi zaman alırdı. Tamamen iyileşmesi mümkün olmazdı belki ama kabuk bağlama evresinin geçilmesi ilk zamanların acısıyla kıyaslanamazdı. Acının kademeleri vardı. Taze acılar üzerine gidilmemesi gerekenlerdi. Zamanın yaraları sarması beklenirdi. Yaşlı kadın da beklemişti. Hayal, evine geldiğinde berbat durumdaydı. Onu en son abisi gittiğinde bu kadar kötü görmüştü. Ne yaparsa yapsın anlatmayacağını bildiğinden sessizliğini koruyarak yaralı kızının yanında olmuştu.
“Çok bile kaldım değil mi?”
“Ne zaman istersen güzel kızım. Ben hep buradayım.”
“Sen de olmasan ne yapardım ben?”
Muhtaç olma duygusu… Çok sevmenin en güzel getirisi. İhtiyaç duyduğun anda yanında olan, her konuda desteğini esirgemeyen güzel insanlar olmasa nasıl katlanabilir hale gelirdi bu dünya?
Güzel gözlü kadın, yaşlı kadına sarıldığında ortamı duygusal bir hava sarmıştı.
“İyisin değil mi? Geldiğinde çok hastaydın. Olmasın bir daha böyle. Dikkat et kendine güzel kızım.”
“Edeceğim. Sen merak etme beni.”
Gelirken getirdiği küçük çanta bir elinde, Mutlu diğer elinde kapıdan çıktı Hayal. Birkaç adım attıktan hemen sonra geri döndüğünde kısa bir müddet ayrıldığı eve baktı. Bacası tüten, şirin, küçük bir ev… Biraz ileride ona gülen yüzüyle el sallayan teyzesi. Seviyordu onu. Arada akrabalık bağı yoktu. Annesinin en yakın arkadaşıydı. Ne zaman darlansa, sıkıntıdan hasta olsa soluğu onun yanında alırdı. Nefes almayı unuttuğu anlara nefes aldıran insanlar lazımdı.
Evine yakın bir mesafede oturan yaşlı kadın eşi öldükten sonra yalnız yaşamayı tercih etmişti. Hiç çocuğu olmadığından en yakın arkadaşı dünyadan erken göçünce, onun kızını kendi evladı gibi görmüştü. Hayal için üzülmekten ve ihtiyaç duyduğu zamanlar yanında olmaktan başka pek bir şey yapamıyordu. Bir gün mutluluğu bulması için her gün dua ediyordu. O bir günün, bu gün olacağından habersizdi.
--
Aylar sonra evine döndü kadın. Ona huzur veren tek şeydi bu ev. İnsanlardan uzak, kalabalıktan yalıtılmış küçük bir sığınaktı. Sığınağından daha fazla uzak kalmak istememişti. Yararı yoktu. Acı orada olduğu gibi duruyordu. Günler arkadan atlı koşturur gibi geçiyor, yüreğin ağırlığı bir gram bile hafiflemiyordu.
Çınar olmadan yaşamaya çalışmak tahmin ettiğinden kat kat zor olmuştu. Varlığına alıştığın biri, varlığıyla içinde en derinlerine işlemiş biri gitmişti. Seyrinde ilerleyen hayatını hüsran okyanuslarında boğulurken yakalayamamıştı. Geride çökmüş, tükenmiş bir Hayal kalmıştı. İnanılır gibi değildi ama doğruydu.
Yabancısı değildi bu duyguların. Daha önce de yaşamıştı. Abisi gittiğinde bir kara delik güzel gözlü kadını yutmuş, karanlığa mahkum etmişti.
“Bıraktığım yerden devam etmek zorundayım. Tekrar yapabilirim.”diye düşünerek evinin kapısına ulaşan basamakları tırmandı. O kitabı Çınar’a verirken kendisini hiç düşünmemişti. Yeniden başlaması gerekiyordu. Bunu yapacak gücü yoktu. Fakat yapması gerekiyordu.
Çınar… Yine gelmişti aklına. Hiç gitmiyordu ki zaten. Nasıl, ne zaman bu kadar değerli olmuştu? Bilmiyordu. Bildiği tek şey şuydu:
Bazı şeylerin kıymetini anlamak için önce kaybetmek gerekiyordu.
Merdivenler bittiğinde durdu. Derin bir nefes aldı. Anılar yine aynı kötü oyunu oynayarak zihnine doluşuyordu. Çınar’la karşılaştıkları gün… Ayağını incitip Çınar’ın sırtında bin bir zorlukla eve geldiği gün… Gözlerinin önünde canlanıyordu işte. Başını sağa çevirerek kaçmaya çalıştığında yeni bir anı kalbini parçaladı. Bu sefer geniş balkonda karşılıklı duran sandalyelere kurulmuş, çay içiyorlardı. Her şey o kadar netti ki insan neredeyse koca bir yılın geçtiğine inanamıyordu. Peki beyin? Biraz olsun unutmaz mıydı? Unutamaz mıydı? Anılar tazeliğini ısrarla koruyordu.
Anahtarı güçlükle yerine yerleştirip kapıyı açtı. İlk adım… İlk adımı şimdi atacaktı ve gerisi gelecekti. Gelirdi değil mi? Hiçbir şey olmamış gibi, Çınar hayatına hiç girmemiş gibi yaşayabilirdi. Bir yılda yapamadığını bir günde başarabilir miydi?
Sımsıkı kapattığı gözlerini açmadan ilk adımı attı. Ayağını bastığı yerde ufacık bir hışırtı duydu. Beklenmedik bir sesti. Sessizliğin içinde büyüyerek güzel gözlü kadında merak duygusu uyandırmayı başarmıştı. Gözlerini açıp baktığında hışırtının sebebinin küçük bir zarf olduğunu gördü. Bir mektup muydu? Hayır, değildi. Mektup olması için fazla küçüktü. Eğilip eline aldı. Evirdi, çevirdi. Amacı kimden geldiğini öğrenmekti. Adres yoktu, pusula yoktu. Biri buraya bizzat getirip bırakmış olmalıydı. Hiç duraksamadan, üstünde düşünmeye gerek bile duymadan yırttı zarfı. İçinden sadece küçük bir kağıt çıkmıştı. El yazısını görür görmez nefesi hızlanmış, kalbi duracak raddeye gelmişti. Soluğu tükenmiş, dünyası durmuştu!
“Gel bana.”
Tek cümle, iki kelime ve altında yazan adres! Çınar’dı bu. Ne zaman gelmişti? Nasıl? Neden? Gözyaşlarına boğulması ani oldu. Bu sefer duygularını serbest bıraktı. Ağzından kaçan küçük hıçkırıkların sebebi belirsizdi. Mutluluktan mı, üzüldüğünden mi ağlıyordu? Büyük çaplı bir iç döküştü belki de.
‘’Ya şimdi, ya hiç!”diye düşündü. Teyzesinin her zaman söylediği sözleri duyar gibi oldu.
“Mutlu olmaktan korkma güzel kızım. Aşık olmaktan korkma.”
Korkmuştu Hayal. Birine bağlanmaktan da aşık olmaktan da korkmuştu. Kim bilir bu yüzden sertçe itmişti, Çınar’ı ezip geçmişti. Ama görmüştü. Onsuz mutlu olamadığını görmüştü.
Kapıyı açtığı gibi kapattı. Yere bıraktığı çantayı ve Mutlu’yu aldı. Kararını vermişti. Bu sefer kötü şeyler düşünmeyecekti. O’na gidecekti!q

UÇURUMUN KIYISINDAYIMWhere stories live. Discover now