ON ALTINCI BÖLÜM: "CENNETTEN DÜNYANIN MERKEZİNE"

En başından başla
                                    

"Biliyorum...Söylediğin şeyleri de düzelttim ama ödev teslimi haftaya... Birleştirmemiz gerek artık..."

Güneş'in hatırlatmasıyla bir anda kafamı kaldırıp ona baktım. Kaşlarımı çattığımda rahatsız olmuş bir şekilde gözlerini kaçırdı ama bu tavrım ona değil kendime idi. Ödev teslimini haftaya yapacağımızı unutmuş olduğuma inanamıyordum. Güneş'e hazırlanmasını söylemiş ama kendim hiçbir şey yapmamıştım. Şimdi bir haftada materyalleri hazırlamam ve konuyla ilgili en doğru bilgileri filtreden geçirerek ayıklamam gerekti.

"Tamam, ben birleştirir, teslimden önce de son halini görmen için sana getiririm." Dosyayı alıp sırama koyduğumda kafasını salladı. Üzerinde çok fazla durmayarak sırasına döndüğünde kafamın içerisinde dönen şeylere bir yenisi eklenmişti.

Öğle arasına kadar sürekli kulaklığım kulağımda etrafa somurtarak öldürmüştüm zamanımı. Öğretmenlerin hiçbiri bile benimle uğraşmak istememişti. Sıla Hoca bile ders boyu beni gözetlemesine rağmen ağzını açıp tek bir kelime etmemişti.

Bu garip insanlardan uzak sinirli ve de onların yokluğundan oluşan huzurum Makber'in yolumu kesmesiyle yok oldu. Elinde bir kahve bardağı tutuyordu ve normalde aşırı sinir bozucu duran gülümsemesinin yerinde utangaç bir bakış vardı.

"Benimle kahven bitene kadar konuşmayı kabul edebilir misin?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırdım. Kahve bardağını bana doğru uzattığında ona bakmayı sürdürdüm. Beni yapmayı kabul etmediğim bir iş için kovalayıp durmuş ve belki merhamet ederim diye bana o iş hakkında yalan söylemişti. Aslında ondan sonra da yüzsüzlüğe devam edip benimle konuşmaya çalışmasını beklemiştim ama pişmanlık dolu ifadesine ve değişen konuşma tarzına bakılırsa sapık panda biraz da olsa uslanmış duruyordu.

"Ben hızlı içerim." diyip kahveyi aldığımda yüzü bir anda aydınlandı ve benimle beraber okul bahçesinde yürümeye başladı. Boştaki elim omzumdan sarkan kulaklıklarımda oynarken kahveyi içmeye başladım. Makber inatla konuşmaya başlamayınca iç geçirdim. Hiçbir şekilde ona bakmayarak, "Evet?" diye imalı bir soru sorduğumda ancak konuşması gerektiğini hatırladı.

"Şey, kısacası seni kandırıp yalan söylediğim için özür dilerim." Suratını astı ve işaret parmağını yukarıya kaldırıp sallarken söylenmeye başladı. "Kötü Makber, çok kötü! Bunun için bacaklarından asılsa iyidir. Bu yaptığım kötülük için bir haftadır günah çıkartıyorum, çok iyi bir insan oldum. Gerçekten."

"Bunlar beni ilgilendirmiyor." dedim ama yine de susmadı.

"Üst katımızda oturan çok konuşan teyzeye kahve içmeye gittim, beni az kalsın torununa beşik kertmesi yapıyordu ki çok zor kaçtım sonra sokakta gördüğüm bir yavru köpeği sahiplendirmek için eve götürmeye kalktım ama sonra annesi ya da babası bilmiyorum geldi ve beni iki sokak kovaladı... Hayırsız köpek! Bak yine sinirlendim."

"Sadede gel." Gözlerimi devirdiğimde sıktığı yumruklarını serbest bıraktı ve yeniden bana döndü.

"Yani uzun lafın kısası tüm samimiyetimle özür dilerim. Yeniden arkadaş olabilir miyiz?" Ellerini yanaklarına bastırıp sevimli olduğunu düşündüğü bir poz verdiğinde kaşlarımı kaldırıp alayla, "Arkadaş mıydık ki?" diye sordum. Bunun üzerine tüm ciddiyetiyle ellerini çekmeden kafasını olumlu anlamda salladı.

"Özrünü kabul ediyordum Makber," dedim ilk defa samimi olarak. Çünkü bunu yapmazsam beni rahat bırakmayacağını adım kadar iyi biliyordum. Niyetim onun vicdanını rahatlatmak değil, kendimi ondan kurtarmaktı.

"Sen çok iyi-" Ellerini çekip heyecanla konuşmaya başlamıştı ki parmaklarımı oynadığım kulaklıktan çekip havada tutarak onu susturdum.

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin