ON ALTINCI BÖLÜM: "CENNETTEN DÜNYANIN MERKEZİNE"

Start from the beginning
                                    

Zil çalınca yerinde hopladı ve ona baktığımı fark edince panda kulaklı şapkasını kafasına çekip kendince saklandığını düşünüp kaçmaya başladı. Gözlerimi devirip onun arkasından bakınırken Namık Hoca gelip bağırarak öğrencileri toplamaya başladı. Ayaklanıp kendimi kalabalığın arasında bulduğumda hemen yanı başımda Güneş'i buldum. Bana utanarak sessizce "Günaydın!" dediğinde kafamı sallayarak karşılık verdim. Namık Hoca herkesi kusursuz bir çember şeklini alması için elleriyle arkaya doğru gitmeleri için işaret verirken geri çekildim. Aramızda iki kulaç boşluk bırakacak şekilde durduğumuzda Güneş'i gizlice beni izlerken gördüm ama ona belli etmeyerek kafamı anında ters tarafa çevirdim.

Bugün ne Makber ile ne de Güneş ile uğraşacak gücüm yoktu, beni yormadan, sinirlendirmeden o ikisi evime geri dönmek istiyordum. İki gün boyunca hastanede beklemek zaten gergin olan sinirlerimi iyice germişti. Bağırıp çağıracak birini arıyordum adeta.

"Evet çocuklar, günaydın!" Namık Hoca her zamankinden daha enerjik bir şekilde seslendiğinde birkaç kişiden heyecanlı sesler çıktı. Gittikçe soğuyan havaya karşı kızların birkaçı hala kısa şortlar giyiyordu ve ben hala nasıl oluyor da üşümüyor olduklarına akıl sır erdiremiyordum. "Her zamanki gibi ısınma hareketlerimizle başlıyoruz, daha sonra sizleri iki takıma ayıracağım ve ödülün maden suyu olacağı bir voleybol maçı yapacağız!"

Namık Hoca'nın enerjik konuşmasına karşı bir erkek "Neden maden suyu?" diye sorduğunda ona doğru dönüp, "Kantinde satılan en sağlıklı şey maden suyu da ondan!" diye cevap verdi.

Çocuklarına kitap okuması gerektiğini söyleyip kendileri kitap okumayan ailelere benziyordu, bizlere bu şekilde konuştuktan sonra öğretmenler odasında asitli içecek içtiğini biliyordum.

Namık Hoca'nın ellerini çırpmasıyla ısınmaya başladık. Güneş yine yanı başımda zorlanmaya başlayınca hareketleri bu sefer beni izleyerek uyguladığını fark ettim. Geçen hafta ona nasıl yapılacağını göstermiştim, görerek anlamasının zor olduğunu söylemişti, bu yüzden Namık Hoca'yı dinlerken bir yandan da beni izliyordu. Bana kek yaptığından beri gizli bir hayranımmış gibi davranması resmiyet kazanmıştı, gözlerini kaçırması bile artık bana normal gelmeye başlamıştı.

Isınma hareketleri bittiğinde ve Namık Hoca bizim gibi 'spordan hoşlanmayan bilinçsiz gençleri' sessiz olmak, diğer sınıfları rahatsız etmemek şartıyla saldığında onlar her zamanki gibi sahaya koşu yarışı yaparken sınıfa doğru yol aldım. Devekuşu'nun peşimden geldiğini biliyordum ama onu yok sayarak sırama geçtiğimde o da bende bir sıkıntı olduğunu anlamış olacak ki sırasına geçip oturdu. Test kitabımı çıkarıp matematik sorusu çözmeye başladığımda Güneş'in bana bakıp bakıp ağzını açtığını ama bir şey diyemeden önüne geri döndüğünü fark ettim. Üzerimde hastane yorgunluğu vardı ve içimde bir yerlerde büyükanneme, kansere, tıpa karşı olan büyük bir sinir vardı. Bunu onlara yöneltemediğim için sinirimi sorulardan almaya çalışıyordum, hızlıca ve özenmeden soruların üzerinden geçtiğim için hepsinin yanlış olduğunu biliyordum ama umurumda bile değildi. Yaklaşık yarım saat sessizliği bozan tek şey benim kalemimin sesleri oldu ve bunu sürekli ağzını balık gibi açıp kapayan Güneş bozdu.

"Şey, Namverân..." dedi bana doğru dönüp. Kafamı kaldırıp ona baktığımda elinde bir dosya olduğunu gördüm. Bu dosyayı biliyordum, geçen haftalarda bana getirdiği coğrafya notları da onun içindeydi.

"Efendim?" dediğimde yutkundu ve yavaşça yerinden kalkıp yanıma kadar geldi. Siyah kahkülleri gözlerinin önüne düşmüştü, gözlerini saklıyor olabilirdi ama kızaran yanaklarını saklayamıyordu.

"Coğrafya notları...Ödev için..." Bana uzatmış olduğu dosyaya bakındım.

"Kontrol ettim zaten onları. İkinci kere bakmaya gerek yok." Gözlerimi yeniden test kitabına çevirdiğimde Güneş'ten ikinci bir ses yükseldi.

BULUTLAR DA AĞLARWhere stories live. Discover now