Yanılgılar ve Geriye Kalan Şeyler

44 6 0
                                    

Sabahın gelişi neşe, umut ve diğer o pembe-mavi duyguları önünüze dizer. Siz de aralarından en siyahını çekip alırdınız. Işıklar kapanana kadar yalvarırdınız tanrıya, şu günü bitir artık diye. Diğer yandan hayatı bitirmemesi için yalvarırdınız. Bu gün geçsin ve sonrakiler uzun sürsün. Sonraki gün yine en koyusundan karamsarlığı giyinir ve bunun gününüzü, günlerinizi, hayatınızı yiyip bitirmesine izin verirsiniz.

Aksi de olur. Siz en parlağını seçersiniz o sabah. En neşeli halinizdir ama lanet neşeniz size lüzumsuz işler yapmak için enerji verirken en gerekli olanlar için kaçma enerjisi verirdi. Olay şu ki hayatınızın her saniyesi boşuna akıyor. Dünyayı değiştirme gücünüz toz olup havaya karışıyor.

Benim için ise tüm güç uzakta paket halinde bekletiliyordu. Bu milyonuncu kez dilediğim dilek, Japonya'ya dönüş, benim hayatımın değil, tüm insanların hayatını değiştirecekti. İnsanları dev hipnozdan kurtarmak istiyordum. Lanet bir genjetsunun etkisinde, popülerite nereye giderse oraya savruluyorlardı.  Bu herkesi düşürüyordu. Herkesi hayvanlaştırıyordu. Diğer yanda kendini Yunan tanrıları zanneden, addeden birkaç insan bu 'herkesi' çoban gibi güdüyordu.

Ben başından beri bu düzene karşıydım. Asla anarşist olmadım. Ben düzeni baştan kurmak için yıkmak istiyorum.

Bunları ne büyükbabama ne Isoroku'ya anlattım. Çünkü biliyordum ki ben onlara anlattığımda her şeyi kafamdan silip atmak isteyecekler. Benim bu kararsız ve cesur yapım onların hayallerindeki dünyanın merkezini Japonya yapmaya uymuyordu.

İnsanlığı Japonların önderliğinde hayvanlıktan kurtarma işine girişebilirdim. Ahlaki değerlerini onlara geri verebilirdim.

Eğer Japonya'ya ulaşabilirsem ben bunların hepsini yapabilirim. Yalnızca sabah hangi rengi seçtiğim benim hayatımı etkilemiyordu işte. Etkilesin isterdim. Günümü verimli geçirebilmek isterdim.

Şimdi tutsaktım. Ben... yapacak bir şey bulamıyordum. Hiç konuşmadan bir yemin etmiştim. Luther'a öğretmem gerekiyordu. Artık tadını aldığı bu gücü öğrenmeden beni bir yere yollamazdı. Arkadaş olalım ya da olmayalım...

Banyodan sonra üzerime giydiğim siyah badiyi düzelttim ve salona girdim. Artık yok saymazdı beni diye tahmin ediyordum.

Ama kesinlikle bu kadarını tahmin edemezdim. Kahvaltı mı?

Tamam süper bir şey yoktu. Kızarmış ekmekleri bir tabağa dizmiş ve yanına da bal kavanozunu koymuştu.

Masaya oturdum. Bu mutfak oda gibiydi. Amerikan değildi. Çok genişti. Işıklandırma ise bir iç mimarın elinden çıktığını belli ediyordu. Akşam bile güneş ışığının getirdiğine yakın bir aydınlık oluyordu.

Biraz sonra mutfağa Luther girdi.

" Kahvaltı hazırladım." dedi. Gülümsüyordu. Ben ise... yüzümün o kısmında bir hareket hissetmedim. Zoraki bir şekilde dudaklarımın kenarını yukarı çıkarıp indirdim. Ortadaki ekmeklerden birini alıp bal sürdüm.

O da karşıma oturup eline bir ekmek aldı. Ekmeğin üzerinde çatalıyla çizikler oluşturmaya başladı. Çıkan tuhaf seslerle gözlerimi ona çevirdim.

" Ne zaman başlayacağız?" dedi.

" Kahvaltıdan sonra." dedim.

Nasıl yapacağımı bile bilmiyordum.

O çatalıyla ekmeğini çizip kırıntı çıkarmaya devam etti. Tabağında kırıntılardan bir tepe oluşunca çatalına biraz bal alıp kırıntılara batırdı. Ne yapıyordu?

Ben gözlerimi kendi tabağıma çevirip üç dilim daha yedim. Dolaptan süt çıkarıp bir bardağa doldurdum ve salona gittim. Minderlerden birine otutup süt içerek onu beklemeye başladım.

TUHAFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin