7. ÖZEL BÖLÜM "Hayatımızın Rutini"

शुरू से प्रारंभ करें:
                                    

Kahvenin suyunu hazırlarken benim duyabileceğim kadar ama düşük bir ses tonuyla konuşmasını sürdürdü.

"Aşerme zamanlarını unuttun mu gerçekten? Hani şu tebeşirden başlayan çeşitli isteklerini..." Dudağımı ısırıp gülmemi engelledim. Açıkçası o zaman kendimi tanımakta güçlük çekmiştim. "Suşi istemiştin ya, şaka gibi." Kendi kendine güldü.

"Ne var yani?" dedim mızmızlanan bir sesle. "Canım çekemez mi?"

"Tabi canım..." dedi mutfak tezgâhına yaslanarak bana dönerken. "Her Türk kadının canı sabahın beşinde suşi çeker. Japon aşçı tanıdığımız olmasa nereden bulacaktık bilmiyorum. Kızcağızı kaldırıp suşi yaptırmıştık. Hiç değilse malzemeleri vardı."

O günü tabi ki hatırlıyordum. Suşi resmen rüyama girmişti, uykumdan uyanıp Erdem'i dürtüklemiştim. O andaki bakışı görmeye değerdi, keşke fotoğraf çekseydim, diye düşünmekten kendimi alamadım uzun süre.

"Şuşi mi?" demişti uykusundan ayılamadan.

"Suşi, suşi!" dedim onu kolundan tutup sallayarak.

"Bu saatte şusiyi nasıl bulalım..." deyip uyumaya devam etmek için sırtını dönüyordu ki onu yataktan ittim. Yemezsem ölecektim sanki.

"Çocuğumuzda suşi şeklinde izler olursa görürsün!" dedim fırlayarak. Yerde yuvarlanmakta olan Erdem'i kolundan tutup çekiştirdim.

"Saat... Ya bu saatte nasıl bulalım?"

"Hikari'yi kaldıralım, o yapar."

Homurdanarak yerden kalktı, üstünü değiştirirken de mırıldanmaya devam etmişti.

"Kız bize karate falan yapacak, samuray soyundan gelen bir insanı bu saatte kaldırıp suşi yaptırmak ne demek?"

Saçmaladığının farkında değildi, gerçekten uykusundan uyandırıldığında ayrı bir şapşal oluyordu.

O zamanın anılarıyla gülmemi bastırdım, gülersem olmazdı şimdi.

"Bir açıdan... Canı çeken de ben değilim ki!" dedim omuzlarımı silkerek.

"Tabi tabi... O zaman da öyle demiştin sahi. Benim değil, bebeğin canı çekiyor..."

"Aman sen de... Keşke söylemeseymişim..."

Sözlerim işe yaradı, nazım yerine ulaştı ve Erdem hemen beni kollarına alıp sımsıkı sarıldı. En sevdiğim şeylerden biriydi kesinlikle. Onun uzun kolları arasında kaybolmak... Yaz sıcağı falan da umurumda olmazdı.

"Ya benim minik sevgilim hemen de alınır mıymış? Ben şikayet etmiyorum ki. Sadece benim de çok emeğim geçti diyorum."

"Tabi..." diye mırıldandım yüzümü gömerek gövdesine. Uykum o kadar fena gelmişti ki. Zaten benim için dünyanın en rahat yerinde olduğum gerçeği de gözlerimin kapanmasına neden oluyordu.

Hamilelik zamanlarım aklıma gelince gülümsedim. Gerçekten ilginç zamanlar geçirmiştik. Bir gün canım altın çilek çekmişti, gündüz vakti olmasına rağmen bulmakta çok zorlanmıştık. Dördüncü ay dolduğunda artık aşermelerim tamamen bitmişti, hepimiz rahat bir nefes almıştık. Annem her seferinde kendisinde hiç böyle şeyler olmadığını söyleyerek beni ayıplasa da elimden gelen bir şey yoktu.

Doğum vakti de ayrı bir olaydı. Ben evdeydim, Erdem işte. Çalışamadığım için çok sıkılıyordum, bütün gün Cadı ve Süt ile uğraşıyordum. Kocaman bir karnım olduğunda Süt bunu epey yadırgamıştı ve her seferinde biraz uzak duruyor, kulaklarını kaldırıp ilgiyle bakıyor, biraz dikkatle yaklaşıp kokluyordu. Cadı ise bebeği hissediyor olmalı ki sürekli mırıldayarak bana sürtünüyordu. Normalde onun kolay kolay, belli bir çıkarı olmadan yapacağı iş değildi ama demek ki dişi birliği kurmuştuk.

Kızımız hastaneye yatmam için kararlaştırılan günden bir gün önce gelmeye karar verdiğinde hazırlıksız yakalandık, diyebilirim. İlk sancı geldiğinde Süt bir uluma kopardı, Cadı korkuyla yatağın altına saklandı. Ben de onların desteğiyle iyice gerilip hemen Erdem'i aradım.

Erdem sonradan anlattıkları kadarıyla ben aradığımda o kadar panik olmuştu ki, mutfakta ortalığı birbirine katmıştı. Tencereleri düşürmüştü, tabakları kırmıştı. En son arabaya elinde pırasayla koşmuştu.

Eve geldiğinde o pırasa hala elindeydi ve biz o pırasanın neden elinde olduğunu asla çözemedik. Adeta bir can simidi gibi tutunmuştu pırasaya. Ben fark edip ona ne yaptığını sorduğumda ise ilk defa görmüş gibi elindeki pırasaya şaşkın şaşkın bakmıştı.

Gerçekten acı vericiydi, hele de benim gibi zayıf bir bedeni olan kadınlar için... Bayılmamak adına kendimi çok sıktım, bazen acı çok ağır gelse de o anlarda kızımızı ve Erdem'in desteğini düşündüm. Erdem destek olmak adına bazen epey saçmalamıştı. Hatta bir ara "Senin yerine doğurabilir miyim?" gibisine bir şey söylediği için ben acı içinde kıvranırken hemşireler kahkahalara boğulmuştu, ben de acımı onlardan çıkarıp bir bahane hepsini azarlamıştım.

Sonra da tek tek özür diledim tabi...

Nazenin doğduğunda o hep bahsedilen büyülü anın gerçek olduğunu anladım. Erdem besbelli ağlamamak için dişlerini sıkıyordu, annem ise bir köşede çoktan gözyaşlarına boğulmuştu. Erdem'in kardeşi Burçin ise sevinçle zıplıyordu, bense sadece Nazenin'i düşünüyordum, buruş buruş, insanın korumaktan başka bir şeyi düşünemeyeceği melek gibi bir canlıydı. Yumuş elleri kıpır kıpırdı. Birkaç tel açık kahverengi saç teli vardı başında ve gözleri yeşile çalan bir eladaydı, sonradan daha koyu bir renge dönüştü. Çok tatlıydı, çok güzeldi. Çok da tuhaftı, kızım, demek. Benim kızımdı.

İsmini Erdem bulmuştu, ben çok beğenmiştim, annem benden de fazla... Nazenin Narin'le aynı anlama geliyordu ve kulağıma o kadar hoş gelmişti ki onaylamam bir saniye bile sürmedi.

Ben bütün bu anılarla neredeyse uyuyacakken bir foşurtu duydum, kahve almış başını gitmişti. Erdem aceleyle tüpe koştu, altını kapattı, sonra da üzgün bir yüzle simsiyah olmuş yüzeye, heba olmuş kahvesine baktı.

İşte, hayatımızın rutin günleri böyle geçip gidiyordu.

Ve ben her günden ayrı mutlu oluyordum.

Ve ben her günden ayrı mutlu oluyordum

ओह! यह छवि हमारे सामग्री दिशानिर्देशों का पालन नहीं करती है। प्रकाशन जारी रखने के लिए, कृपया इसे हटा दें या कोई भिन्न छवि अपलोड करें।
ORTA ŞEKERLİजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें