ON BİRİNCİ BÖLÜM: "ORİON"

En başından başla
                                    

Kahve ocağının kapısında durduğumda içeride küçük bir çocuktan başka biri olmadığını gördüm. Esmer tenli, ufak tefek sıska bir çocuktu. Büyük ihtimalle burada çırak olarak çalışıyordu. Hafta sonu olmasına, dışarıda olup oyun oynaması gerekmesine rağmen buradaydı. Mutfak tezgahında duran sıcak su ve köpükle dolu leğene bakılırsa kirli çay bardaklarını yıkamakla meşguldü ama Ulaş Eroltu'nun gelişiyle bu işine ara vermişti. Küçücük kahve ocağında ufak ve tek tahtası eksik olan eski bir tabureye oturmuştu. İki eliyle sıkıca kavradığı bir keki iştahla yiyordu.

Barista kızın Ulaş Eroltu'ya verdiği kekti bu. Anlaşılan onu bu küçük çocuğa vermişti.

Çocuğun mutlulukla keki yiyişini gördükten sonra problem-sapık çocuğu kaybetmemek için hızlıca bende merdivenlerden aşağıya indim ve dışarı çıktım. Etrafıma bakındığımda bu sefer gitmesi gereken yöne döndüğünü ve aşağıya doğru yürüdüğünü fark ettim. Hızlı ama dikkat çekmeyecek adımlarla aramızdaki olması gereken takip boşluğunu bıraktıktan sonra düşünmeye başladım.

Direkt olarak AVM'ye ve o kahve ocağına gittiğine göre yol üzeri birine yemeğini vermek olamazdı, Ulaş Eroltu oraya o çocuğun orada olacağını bilerek gitmişti. Demek ki çocuk ile birbirlerini tanıyorlardı ya da en azından bir iletişimleri vardı. Bu da demek oluyordu ki, barista kız keki Ulaş Eroltu'na bile vermemiş olabilirdi. Belki de gerçekten çocuğa götürmesi vermişti, ben uzaktan konuştukları şeyi yanlış yorumlamıştım.

Ya da sadece problem-sapık çocuk gidip ayaküstü iyilik yapmak istemişti.

Hangisi doğru olandı, ilk defa hayatımda bir şey hakkında bir fikrim yoktu ama Ulaş Eroltu'yu takip etmek gittikçe daha garip bir hal almaya başlıyordu. Hiç arkadaşı yokmuş gibi görünen bu sorumsuz, garip çocuğun en azından birileriyle iletişiminin olduğunu biliyordum. Bu da onun hakkında biraz daha bir şeyler öğrendiğimi gösteriyordu.

Ben kafamda türlü olasılıkları düzene koyup düşünürken Ulaş Eroltu'nun peşinden merkez AVM'ye kadar ilerledim. Yolun kenarına gidip karşıya geçmek için beklerken problem-sapık çocuk bir an için kafasını kaldırdı ve etrafına baktı. Anında kafamı eğip çantamı omzumdan çıkardım ve içinde bir şeyler arıyormuş gibi yaptım. Neyse ki şüphelenmenin aksine neredeyse bana hiç bakmayarak etrafı kolaçan etti ve yeniden önüne döndü. O önüne dönünce sanki çok önemliymiş gibi boynunu deve kuşu misali kaldırıp etrafta çevirmesine gözlerimi devirip çantamdan kulaklıklarımı çıkardım ve kulağıma taktım. Ucunu pantalonumun içine sıkıştırıp bir şeyler dinliyormuş taklidi yapmaya başladım, bir daha arkasını dönerse ritim tutar gibi kafamı aşağıya eğip sallayabilecektim.

Işığın yeşile dönemsiyle bekleyen kalabalık karşı caddeye doğru yürümeye başladı. Bende Ulaş Eroltu'nun peşinden ilerlemeye devam ettim. Karşı caddeye geçtik, sola döndük ve ana yolun arkasındaki ara sokağa girdik. genelde kafelerin olduğu bu sokakta Dost Kitabevi'ni bulmakta mümkündü. En sevdiğim yerlerden biri olan bu kitapçıya gitmeyi çok severdim ama kitaplarımı buna rağmen hep sahaflardan alırdım. Hem aradığım çoğu eski basım kitabımı bulamazdım hem de kitaplara paramı yetiştiremezdim. Ulaş Eroltu'nun bir kitapçıya gideceğini düşünmek karnıma ağrılar girmesine neden oluyordu.

Neyse ki o beni şaşırtmayarak Dost Kitabevi'nin yanından ona hiç gözü kaymadan ilerledi ve yolda birkaç broşür dağıtan kişiyi reddetti. Onun arkasındaki uzun boylu sarışın bir kızın peşinden gidiyordum ki birden birisi önümde beliriverdi ve yolumu kapattım.

"Selam şekerim, birisi senin kısmetini kapatmış. Bu yüzden bekarsın sanırım! Gel de bir falına bakalım, kimler yaptırmış öğrenelim!" Önüme çıkan ızbandut gibi adam bir anda elini kırıp bana gözlerini kırpıştırarak bakınca gözlerimi kıstım ve tek elimde kulaklıklarımı işaret ettim.

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin