1. BÖLÜM

114 3 0
                                    

Yılın en güzel ilkbahar gününde bir an, bir saat ya da süresizlik gibi algıladığım bu belirsiz sürede "Acının Durgunluğu"nu okurken tüylerim ürperiyor. Pavese'nin doğduğu gün doğduğumu şaşarak öğreniyorum: 9 Eylül. Ben geceyarısından sonra. Ama Anadolu'da geceyarısı geçtiğinde, S. Stefano Belbo'da henüz belki de geceyarısı olmamıştı. Aynı gün. Aynı yıl değilse de. Ben, onun intiharından yedi yıl önce. Niçin burada hep Pavese okuyorum. Zamanı kaldıran olgu, hep benimle birlik kılıyor onu. İstanbul'da da onu okumadım mı. Yüreğimin atışlarını, gözümün algıladığı tüm görüntüleri yalnız onun çizdiği resimlerle, onun biçimlediği tümcelerle, onun bulduğu sözcüklerle birleştiriyorum. Nedir. Benliğimi bu denli onunla özdeştirmemin nedeni nedir.

" Her caddenin kendine özgü bir görüntüsü vardır. Her tepe başlı başına bir kişiliktir..."* diyor.

Yaşamının herhangi bir mayıs gününde Nis kentine gelip, geniş bulvarlarda durmadan Akdeniz'e doğru yürüdüğün gün, bunu algılamamış mıydın. Her evin, her malikanenin pencMetinde y, açık, kapalı pencerelerini, içlerinde ne gibi insanların oturduklarını incelemeye çalıştığında. Adımlarınla birlikte onların öykülerini usunla kavranamayacak çabuklukla geliştirdiğinde, kendiliğinden oluşan, sana ait olmayan bu öykülerde, insanların yalnızlığını, yaşlılığını, ölümünü, mutluluk arayışını, yoksulluğunu, adımlar boyu, bulvarlar boyu öykülediğinde. Her caddenin, her evin adını tek tek okuduğumda. Cenova kenti ile ilgili ne gibi resimleri tutabildin belleğinde. Yorgunluktan Akdeniz'i bulamadığın, gri, kirli egzoz gazlarının kokuttuğu sokaklarda yürüdüğün, duvar yazılarını okuduğun ve İstanbul'u anımsadığın Cenova kenti nasıl yaşıyor şimdi içinde. Caddelerinin, İstanbul'un Galata'sını anımsattığı, karanlık ve yağmurlu sabahlarda, güney rüzgarı esen bir kış, sonbahar ya da ilkbahar günü rüzgarla esmek istediğin okul sokağını düşündüren Cenova.

Kenti şimdi nasıl anımsıyorsun. Sokaklarda iyi bir otel aradığın, ama bulamadığın bu kenti nasıl anımsıyorsun şimdi. Otellerin dışları görkemli, ama içlerine girilince hemen eskimişlik, bırakılmışlık kokuyor. Sonra o loş, o yaz günü bırakılmışlığı içinde bekleyen salonlardan bir ihtiyar otelci yanaşıyor. Beliriyor. İhtiyar parfüm kokuyor. Dışarısı sıcak. Otel salonları küf kokuyor. Nem kokuyor. Otelin derinliklerine adım atıldıkça büyüyor, büyüyor bu nem kokusu. İhtiyar pasaportunu istiyor. Adını bir kağıda yazıyor. Sana imza ettiriyor. Artık aramayacaksın. Akdeniz'i bulamadığın gibi, iyi bir otel de bulamayacaktın bu kentte. Seni merdivenlerden yukarıya çıkaracak. Belki de bir asansöre bindirecek. Merdiven altında küçük bir odada kendinle bırakacak. Böyle bir otelde uyumuştun. Yüzlerini hiç görmediğin insanların ayak seslerini, öksürüklerini ve belki birkaç sözcüğü mırıldanışlarını işiterek. Uykuyu aradığın odanda, bu Akdeniz kentinin nemli yalnızlığında, denizi bulmadığın kentte.

*Metinde yer alan tüm italikler CESARE PAVESE'den alıntılardır.


Yaşamın Ucuna YolculukTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon