IV: Asi ve Kukla

1.3K 171 26
                                    

Zorbattı Laboratuvarı’nın önünde beklerken, Poli’yle sabah veda edişimiz geliyordu aklıma. “Beni bırakma Belda...” diyerek ağlamıştı dakikalarca. O bana kıyamazdı. Evden pek dışarı çıkmasa da bilirdi bu işleri. Bana ciddi bir şeyler olacağını anlamıştı.

Ona sarılıp “Poli, abartıyorsun. Altı üstü çağırıyorlar işte. Niye bana bir şey yapmak istesinler ki. Suç işlemedim. Birkaç saate eve tek parça geleceğim ve ağladığına çok güleceksin!” demiştim. İşin aslı buradan sağ çıkıp çıkmayacağımdan emin değildim.

İki gündür hissettiklerimle söylediklerim ne kadar tersti benim.

Saat nihayet öğleden sonra iki oldu, hemen iki asker bitti etrafımda. Gülerek çevremde döndüler; ama herhangi bir emir vermediler. Anladım, eziyet için ayakta bekleteceklerdi. Emir almadan hızlı nefes almam bile yasaktı, yoksa ceza alırdım. Onlar da bunu biliyor ve yetkilerini sonuna dek kullanıyorlardı. Bir tanesinin suratına patlatabilmeyi çok isterdim.

Belki bir, belki iki saat güneşin altında öylece dikildim. Artık bayılacağımı hissediyordum ki nihayet askerler koluma girdi ve beni içeri götürdüler.

Açıkçası aşırı modern ve teknolojik bir yer olarak hayal ettiğim laboratuarı görünce hayal kırıklığına uğradım. Burası bilimsel deneylerin yapıldığı bir yerden çok eski bir yem fabrikasına benziyordu. Her tarafta makineler büyük bir gürültüyle çalışıyorlardı.

Askerler beni biraz daha yürütüp bir kapının önünde bırakıp gittiler. Ne yapacağımı düşünürken kapı kendiliğinden açıldı.

İlk gördüğüm, büyük bir ışık huzmesiydi. Sonra baktığımda, içeride elli küsür beyaz gömlekli insan olduğunu gördüm, bazıları kadın, bazılarıysa erkekti. Onların Seçkinler olduğunu kimse söylemeden anladım. İçerideki ışık yoğunluğu, her taraflarına taktıkları mücevherlerden ve parlak elbiselerinden geliyordu, başımı yere eğmiş olmama rağmen gözlerimi yine de kamaştırıyordu. Kim bilir, bir taşı kaç Kötükul’un karnını doyururdu. Benimse sadece sıska bir vücudum, askılı siyah bir badim ve gri eşofmanım vardı. İçimden lanet okudum bu adaletsizliğe. Kötükullarla Seçkinlerin durumu belliydi ama hâlâ onlara bir şeyler vermek zorundaydık. Fakirlik içinde yaşamak sorun değil de, asıl ağır gelen onların yönetimini kabullenmek zorundaydık. Köleydik.

İki dakikada geçmişti aklımdan bütün bunlar. Seçkinlere bir şey söylemeye veya onlardan emir almaya vakit bulamadan kendimden geçtim.

. . .

“Sandığımızdan da kolay oldu bu.

Sayımızı çok zannetti, oysa yalnızca on iki kişiydik. Aynalar gözlerini yanılttı, onu korkuttu.

Ben Erina, yaşım otuz beş. Bilim Efendilerinin başındayım. Tasarladığım icat ile insanları kurtaracağım. Seçkin asaletini taşımayanların beynine bir yonga yerleştirip anılarını etkileyecek, karşı gelme yetilerini elinden alacağım. Bizim beynine gönderdiğimiz komutları kendi fikirleri olarak görecekler ve yapacaklar.

Kötükullar bizim robotlarımız olacak, etten kemikten yapılmış kusursuz robotlar. Düşünemeyecekler. Tıpkı senelerdir hak ettikleri gibi.

İcadımı bu küçük kızın üzerinde deneyeceğiz. Onu bir asiden bir kuklaya dönüştüreceğiz.

Üç Kentin İsyancısıWhere stories live. Discover now