X: Ulu Karşımda

813 122 3
                                    

Çığlık atmışım.

Karşımdaki, Ulu'nun ta kendisiydi. Tıpkı bizim evdeki posterdeki gibiydi. Yalnız kıyafeti farklıydı, tek parça, eflatuna yakın mavi renkte parlak giysisi vardı.

Kuracağım cümleler boğazıma tıkandı. Ağlamaya başlamıştım.

Bu halimden çok telaşlandı. Yanıma gelip iyi olup olmadığımı sordu. Hayallerime bile sığmayan bir sahneydi bu, bayılmak üzereydim! Neyse ki kendimi çabucak toparlamayı başardım.

"Sanırım sizi de buraya zorla getirdiler." dedi. "Telaşlanmayın. New York'ta olmalıyız. Buradan kaçmayı başarıp ilk uçağa binersek Avrupa'ya gitme imkânımız olur. Bu arada tekrarlayayım, ismim Rae. Sizin isminiz nedir?"

Çok nazik ve tatlı konuşuyordu. Ne var ki söylediklerinden tek kelime anlamamıştım.

"Ben de Belda. Maalesef söylediklerinizden bir şey anlamıyorum. Ne New York'tayız, ne de başka yerde. Burası Zorbattı Laboratuarı." dedim. Karşısında konuşabildiğime inanamıyordum.

"Ne?"

Şaşırdı. Bana hangi ülkede olduğumuzu sordu.

Anlattım. En başından bugüne kadar, savaştan sonra neler olduğunu, Ulukara'nın kuruluşunu ve şimdiki toplum düzenimizi...

İnanamadı. Yüzüne inanılmaz bir şaşkınlık ifadesi çökmüştü:

"Yani sen koca bir medeniyetin sadece benim üzerime mi kurulduğunu söylüyorsun, Belda?"

"Aynen öyle."

"İnanamıyorum, inanamıyorum, çok ilginç, ben hiç..." Bir gerçeği sonradan fark etmişçesine yüzü düştü. "Demek tüm sevdiklerim seneler önce öldü ha..." dedi. Yere çöküp başını elleri arasına aldı. Ben de yanına çömeldim. Bir şeyler söylemesini bekledim.

"Bütün bunlar kaç yılda oldu?" diye sordu. 117 yıl olduğunu söyledim. Bana yardım edeceğini sezdim.

Evet, Ulu, yani Rae, gerçekten de iyi bir insandı.

Ve gerçekten de bir insandı. Bir tanrı değildi.

"Aklımda o kadar çok soru var ki..." dedi. "Şimdi baştan anlat. Hepiniz beni tanıyor musunuz burada? Ben çaresizdim, kaçırılmıştım, bana demişlerdi ki..."

Ben cevap veremeden, atmosfer aniden gelen kapı sesleriyle bozuldu. Beni kovalayanlar burada olduğumu anlamış, kapıyı açmaya çalışıyorlardı. "Çabuk, kaçalım!" dedim. Ama nereye kaçmamız gerektiğini bilmiyordum.

Rae, "Haydi, bu taraftan!" diyerek arkaya uzanan koridora dalıverdi. Ben de peşinden koştum.

Koridor çok uzundu, fazlasıyla genişti ve gittikçe karanlıklaşıyordu. Kapı açılmıştı, arkamızdaki kalabalığın gürültüsü ve Erina'nın "Eyvah, açılmış! Mahvoldum, bittim ben, bittim ben!" diye bağırışı yankılanarak kulaklarımızı yalıyordu. Hız kesmeden uzun uzun koştuk. Ama artık yorulmuştuk. Zaten, koridorun açıldığı odalardan zayıf bir ışık geliyordu. Soluklanmalıydık.

Üç Kentin İsyancısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin