prolog

1K 91 60
                                    


Önceki akşamdan kalan bayat cips ve birkaç dal sigara yanında tüketilen gazı gitmiş içecek. Kahvaltı öğünü bunlardan oluşurdu. Sağlıklı şeyleri hazırlamayı ne midesi ne de üşengeçliği izin vermiyordu.

Siyah tişörtünün eteklerini, belindeki pantolonunun içerisine ittirdi. Pantolonunun iplerine geçirilmiş kemerin tokasını bağladı. Yatağının yanındaki etajerin üzerinde bulunan silahını, copunu ve rozetini kemerine yerleştirdi.

Üzerine ceketini giydikten sonra telefonundan çoğunlukla beraber nöbete çıktığı George'un numarasını tuşladı.

Leicester'da gün başlayalı çok oluyordu. Oturduğu apartmanın altındaki kafe açılmış, dışarıya kurulan masalarda birkaç müşteri yerini almıştı bile. Karşı sokaktaki leziz çörekler yapan fırın çoktan satışlara başlamış, birkaç haftadır apartmanının on metre ilerisine çiçek standı açan yaşlı kadın yerini almıştı. Başta, kendisini üniforması içerisinde gördüğünde ayaklanmış ve korkudan neredeyse düşecek hale gelmişti. Fakat artık birbirlerine 'günaydın' diyebiliyorlardı.

Beyaz zambaklar, en öndeydi. Renk uyumu sağlamak istermiş gibi orkidelerin yanındaydı. Rengarenk gözüken çiçek topluluğunun arasında kokusu Louis'nin burnuna ulaşan tek çiçekti.

Esen rüzgarla burnuna ulaşmış bu koku, birkaç saniyeliğine kendisini iyi hissetmesini sağlamıştı.

Fakat sonra burnu kaşındı. Burnu çok fazla kaşındı ve birkaç kez hapşırdı. Beyaz zambaklar, onun için güzel olduğu kadar acımasızlardı da. Birkaç kez daha hapşırdı ve telefonunu çıkararak George'un numarasını tuşlamaya çalıştı. Biraz daha burada durursa büyük ihtimalle tüm günü baş ağrısı ve burun akıntısıyla geçecekti.

"Pardon, bayım." kendisine seslenildiğini fark ettiğinde telefonunun ekranını kilitleyip arkasına döndü. "Alır mıydınız acaba?"

Kendisine uzatılan kumaş peçeteyi aldı. Bu devirde hala bunlardan kullanan kişiler kalmış mıydı gerçekten. Fakat üzerindeki takım elbise onun tam bir ingiliz beyefendisi olduğunu belli ediyordu. Tabii ki de o tam bir İngiliz beyefendisiydi, sonuçta bu devirde kumaş peçete taşıyan kaç insan kalmıştı ki. Peçeteyi burnuna götürdü ve güçlü bir şekilde burnuna dolan tüm sıvıyı ittirdi.

Kendisini biraz daha iyi hissediyordu. Sanki bir anda şişen yüzü iniyor ve tekrar doğru düzgün nefes aldığını hissedebiliyordu.

Teşekkür etmek için kafasını kaldırdığında karşısında kimseyi bulamadı. Hayret içerisinde çevresine bakındı. Tabii ki de peçetesini geri vermeyi düşünmüyordu, sadece bir teşekkür edememiş olmak kötü hissettirmişti.

Peçetenin katladığı yüzünde nakışla işlenmiş harflere baktı.

H.S

Arkasında çalan tanıdık araba kornası kendisine gelmesini sağladı. Peçeteyi çöpe atarken ikinci kere düşünmedi.

"Hey Louis! Günaydın, dostum. Umarım kahvaltı etmemişsindir, enfes çörekler aldım."

Not Staying Till The EndHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin