BİRİNCİ BÖLÜM: "BİR BELAYA ÇEKİLİYORUM"

En başından başla
                                    

Tabii aralarında tek normal de bendim.

Çoğunun bir amacı olduğundan bile şüphe duyuyordum, tabii amaçları yaşlanınca evlenip şişmanlamak ve sonra kolesterolden ölmek değilse. Gerçi söz konusu benim okulum olunca birçok şeyden şüphe duyuyordum ya, neyse!

"Hey! Hey! Nam! Nam!" Birisi bana yine o şekilde seslenmeye başlayınca zaten hızlı hareket eden ayaklarım bir anda daha fazla hızlandı ama tam merdivenleri çıkıp okul binasına girecekken durduruldum. "Nam! Beni duymuyor musun yoksa?"

Bir kız omzumdan tutup bana bakınca bende ona baktım. Okul kıyafetinin üzerine kedi kulakları olan bir hırka giymişti. Kısa ama kıvırcık olan saçları şapkadan taşmıştı, küçücük, nar tanesi gibi olan gözleri siyah saçlarının aksine gri renkteydi. Neredeyse tüm yüzünü kaplayan çillerle oldukça şirin, olarak tanımlanabilirdi. Uzunca kızın suratına baktıktan sonra, aklımda beliren ilk soruyu sordum.

"Sende kimsin?"

Kız bir anlık şokla gözlerini kocaman açtı ve kendimi geri çekmemle elini omzumdan çekti. Oldukça kırılmış ve şaşkın bakıyordu ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu çünkü kızı gerçekten tanımıyordum; aslında asıl şaşırması gereken kişi bendim hem onu tanımadığım halde bana yakınmışız gibi hitap etmişti hem de dokunmuştu.

"Gerçekten adımı hatırlamıyor musun?" Elini sanki göremiyormuşum gibi gözlerimin önünde salladı. "Benim, benim!"

"Peki." dedim, yapacak işlerim vardı bende yapılabilecek en iyi şeyi yaptım: arkamı döndüm ve merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenleri çıkınca bir el yeniden beni buldu ve ikinci kez durduruldum. Kolumu hızla çekip kıza döndüm ve oldukça sert bir ifadeyle, "Bana dokunmayı kes artık," dedim.

"Üzgünüm..." dedi kedi yavrusu gibi. "Adımı hatırlamıyorsan tekrar edeceğim: benim adım Makber."

Böyle neşe dolu ve sinir bozucu bir kız için ne kadar hüzünlü ve asil bir isimdi böyle. Ailesinin kesinlikle aklı karışık olmalıydı.

"Ne güzel," diyip yeniden arkamı dönmeye kalktığımda bu sefer bana dokunmadı ama önüme geçti.

"Hani geçen gün sana Sıla Hoca'nın coğrafya notlarını getirmiştim, hatırladın mı?" Gözlerime beklentiyle baktığında biraz düşündüm sonra da kafamı salladım. Şimdi bu kız neden bana bunları anlatıyordu hiçbir fikrim yoktu ama parmak uçlarında kalkıp durması şuan bile sinirimi bozuyordu. Onu sarsmak ve durmasını söylemek istiyordum.

"Hatırlamıyorum. Şimdi, işim var, izninle." Bu sefer kendimi kızdan kurtararak binanın içine girdim, arkamdan "Söyleyeceklerim bitmedi!" dese bile umursamadım.

Ben bu kadar sakin mizaçlı bir insanken bu tür kişiliklerin beni durmadan buluyor olması sinir bozucuydu. Lise hayatımın son iki yılının sakinlik, huzur ve IQ seviyesi üç rakamlı olacak şekilde izole edilmiş bir alanda geçmesini istiyordum. Bu tür çocukça oyunlara ya da ilgi alanlarına ayıracak vaktim yoktu.

Sınıfa giderken koridorda dedikodu yapan kızlardan, korkmuş ifadelerle birlikte haftanın dedikodusunu öğrenmiş oldum: Ulaş Eroltu iki kaburga kemiğini kırmış ve bir kulağını kaybetmişti. Okula bile uğramayan, sürekli sorun çıkaran serseri bir oğlandı. Ama...bu kadarı da fazlaydı. Kulağı kopmuştu, ha? Dedikoduları yayanlar da bunu ortaya çıkaranlar kadar aptal olmalıydı. Her ne kadar vurdumduymaz, bir baltaya sap olmayacak biri olsa da kulağının kopabilmesi benim için çok düşük bir ihtimaldi. Aşırı şiddet içeren bir filmde yaşamıyorduk.

Sırama geçip yerleştiğimde kitaplarımı çıkardım ve öğretmen sınıfa girene kadar kafamı kitaplarımın arasından çıkarmadım. Kamufle olmamın tek yolu buydu, böylece gereksiz şeyleri duymuyordum ve zihnim sadece odaklandığım kelimelerde oluyordu.

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin