Gelini Öpebilirsin

33.8K 2.3K 53
                                    

Akşamüstü güneşi evimizin arka bahçesindeki ağaçların dalları arasından misafirlerin oturduğu sade beyaz renkteki sandalyelerin üzerine düşüyordu. Düğünün bizim yani gelinin evinde yapılıyor olması bizim gibi aileler arasında pek alışılagelmiş bir şey değildi. Ama bu evin yapımı aşamasında, o zamanki arsanın baktığı geniş koruluğu ilk kez gören annem, babama çocuklarının düğünlerini burada yapmak istediğini söyleyip, ondan bunun için bir söz almıştı. Tabi bu yıllar yıllar önce, annemin babamın iplerini elinde sevgiyle tuttuğu yıllarda verilen bir sözdü. Ayrıca hala hayatta olmayan biri için verilen bu söz geçerli olamıyordu.

Sonra annem sonsuza dek gitmişti ve onun adeta bir cennete çevirdiği bu geniş bahçenin artık babam için bir önemi kalmamıştı. Bu söz çoktan unutulmuş, babam için kötü hatıralardan ibaret kalmıştı. Yine de şansımı denemiş, babama annemin bize çocukken sürekli anlatıp durduğu bu dileğini geçen haftalarda hatırlatarak, ondan en azından benim için bu kadarını yapmasını istemiştim. Sonunda isteğimi babama kabul ettirebilmiştim ama bu kararı verecek en son kişinin Lucca ve ailesi olduğunu; onlara sorduktan sonra ancak düğünün burada yapılabileceğini söylemişti.

Lucca'yla ben, iletişim kuramadığımdan ki buna hevesli de değildim, babam onunla konuşmuş ve bu aykırı isteğimin kabul edilişini,

"Görüyorsun ya, Beau, elinde büyük bir güç var ve eğer bunu kullanmasını iyi bilirsen, hepimizin daha da güçlenmesini sağlarsın. Bunu hiçbir zaman unutma," diyerek sevinçle karşılamıştı.

Babam bunları bana anlatırken onu sadece sessizce dinlemiş dediklerinin hiç birini umursamamıştım. Yüzüne son günlerde rahatsız olmadan iki dakikadan fazla bakamıyordum. Elimde bana hiçbir şey katmayacak bir güç istemiyordum. Beni sadece rahat bırakmasını istiyordum. Beni düşünüyormuş gibi yapması sadece rolden ibaretti. Buruktum ve mutsuzdum; bu düğün annemsiz ve sevmediğim bir insanla sadece onun istediği şekilde yapılıyor
olacaktı.

                              ∞

Beni hem etkisiz hale getiren hem de avucunun içine alan koyu kahverengi gözleri vardı. Cazibesinin yarısı onun bu bakışlarından kaynaklanıyordu. Denizin üzerindeki dingin dalgaları anımsatan saçları geriye doğru taranmış, üzerinde son derece şık bir takım elbiseyle az ötemde dikiliyordu.

Gülümsemiyordu. Gözlerini dikmiş, babamın kolunda ona doğru ilerleyişimi izliyordu sadece.

Ağır adımlarla, ona doğru yürüyordum. Duvağımın ardında kalan gözlerimi ve suratımdaki ifadeyi göremediği için minnettardım. Ne kadar yüzüme sahte bir duygu maskesi taktığımı düşünsem de onu hiçbir zaman kandıramayacağımı artık iyi biliyordum. Oysaki ben bu işte etrafımdaki insanlara karşı ustalaştığımı
düşünüyordum. Ama bunun tek istisnası oydu.

Hazırlanması iki haftayı bulan fildişi rengindeki saten gelinliğime bittiğinde resmen hayran kalmıştım. Mutlu bir gelin için belki olağanüstü derecede güzeldi ama benim gibi sevmediği biriyle evlenen biri için aynı anlamı ifade etmiyordu.
Keşke edebilseydi...

Her şeye rağmen derin bir nefes alıp, kendimi onun yanına varana dek sakinleşmek için zorladım. Birazdan onun karısı olacaktım ve parmağıma geçirdiği esaret yüzüğümle, ona sonsuza dek bağlanacaktım.

Babamın beni onun yanına gelir gelmez serbest bırakmasıyla, Lucca zarif hareketleriyle elime uzandı ve  parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek sıkıca kavradı. Korku ve tedirginlik dolu bakışlarımı aşağıya indirdim. Onun yanında olmak hem heyecan verici şekilde kalbimin çarpmasına sebep oluyordu hem de kendimi tehlikede hissettiriyordu.

Bu evlilik en başından beri yanlıştı. Babamı ve en önemlisi Rossino'ları bu evlilikten vazgeçirmek için yapılabileceğim hiçbir şeyim olmadığını biliyordum. Tek yol ölmemdi. Bu evliliğin gerçekleşmesini engelleyebilecek tek şey ölmekse, bu evlilik gerçekleştikten sonra da aynı şekilde ancak bu evliliğe ölüm son verilebilirdi.
Tıpkı anneminki gibi kendimi öldürmem gerekiyordu. Ama dayanabildiğim yere kadar dayanmalıydım. Annem giderken ardında üç tane çocuğunu bırakmıştı. Ama ben kardeşlerimi benim için yas tutar, acı çeker bir halde bırakacak kadar bencil değildim. Annemi ölümünden sonra hep anlamaya çalışmıştım, ama bir yerden sonra onu güzel hatıralarıyla hatırlamanın daha doğru olacağını kabullenmiştim.
Bununla başa çıkmanın başka yolu yoktu çünkü. Ama şu an olanlar gibi herşey kolayca katlanılabilir olmuyordu. Aynı yanı başımda duran sevmediğim ve sevemeyeceğimi bildiğim bir adamın karısı olarak yıllarca nasıl yaşayacağımı bilmediğim gibi.

Lucca, elimden hala tutuyor, Papaz'ın anlattıklarını büyük bir dikkatle dinliyordu. Ben de dışarıdan bakan binlerce göz için aynı dikkati gösteriyor gibi görünebilirdim ama işin aslı öyle değildi. Avuçlarım terlemeye, göğsüm sıkışmaya başlamıştı. Sırtımdan bir damla terin belime doğru aktığını hissedebiliyordum.

Gelinliğim önden göğsümün ortasına kadar gelen derin V şeklinde tasarlanmıştı; aynı açıklık sırtımda da vardı ve şu anda taktığım duvak yüzünden tam olarak fark edilemiyor olsa da Lucca gözlerini o derinliğe kaydırmıştı. O anda tamamen kaybolmuştum. Ta ki Papaz, her pazar ayininde kullandığı o bariton sesiyle "evlilik yeminlerinizi edebilirsiniz," deyinceye kadar.

Lucca, önce duvağımı kaldırdı sonra da saatler önce bir zarfın içinde elime tutuşturulan Yeminimizi kelimesi kelimesine gözlerimin içine bakarak söyledi. Bakışları sertti ama aynı zamanda da bir aşığınki gibi içten bakıyordu. Sıra benim yeminime gelince, önce yutkundum. İlk kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz, bakışlarındaki o içtenlik yerini tarifi olmayan başka bir şeye bırakmıştı. Yeminimin sonuna geldiğimde benden beklediği son cümleyi söylemeyip, papaza dönünce elimi tutan eli gerildi. Papaz bu sefer de Lucca'ya dönerek "Artık birbirinize Tanrı'nın şahitliği ve yeminlilerimizle bağlandığınıza göre gelini öpebilirsin," dedi.

Lucca'nın yüz ifadesinin seni seviyorum demediğim için önce öfkeliden sonra saniyesinde arzuluya dönen halini izledim. Bana doğru tek bir adım attı ve anında ılık nefesi dudaklarımdaydı. Tüm bedenim karıncalanmıştı.

Dudaklarını dudaklarıma değdirdiği anda tüm bedenimden bir ürperti geçti. O kadar yavaş hareket ettiriyordu ki dudaklarını gerçekten beni öpüyor mu anlayamıyordum bile. Tecrübesiz olmama rağmen bunun bu kadar tanıdık gelmesi beni rahatsız etmişti. Sanki dudaklarının tenimin üzerimde olması ve bizi izleyen davetlilerin hiç bir önemi yokmuşçasına kıpırdamadan onun beni öpüşünün bitmesini bekliyordum.

Çok kısa süren öpücüğün sonunda geri çekildiğinde daha fazlası için yanıp tutuştuğunu, büyüyen göz bebeklerinden anlamıştım. Sonra kulağıma doğru eğildi ve, "Bunu hissettin değil mi,?" diye sordu fısıltıyla.

Davetliler büyük bir alkış tufanıyla yeri göğü inletirlerken bu yaptığını muhtemelen; damadın yeni gelinle cilveleşmesi olarak algılıyorlardı.

Dudaklarımı hızlıca oynatarak, aynı zamanda da kendimi gülümsemeye zorlayarak, "Hayır," diye cevap verdim. Elimi aniden onun elinden çektim. Ona tehditkar bir şekilde bakmaya çalışıyordum.

"Hiç bir şey hissetmedim."

L U C C A  •Kitap Oldu•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin