XIII

976 24 0
                                    

Son birkaç dakikadır yaşam belirtileri göstermeyecek kadar hissiz gibiydim. Edgard'ın sesini bir kez daha duyana dek Ivy'ninkilerle karışan nefes alışverişlerimizden başka bir şey duymuyordum. ''Bay Ruttledge?''

''Evet, yolla şu lanet adresi,'' diye tısladım nefretle ve beklemeden telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Dayanamıyordum. Dünyayı kaplayan lanet fahişelerden arındırmak isterdim; en azından bir tanesine hoşça kal diyecektim. Hayatımı boka çeviren o lanet kadının suratına tükürmek istiyordum ve sonra da mezarına sıçacaktım.

Zavallı annem beni bir psikopat olarak düşünürken sırtına boynuzlarını geçiren babamı kollamakla meşguldü. En yakınlarım tarafından ihanete uğradıktan sonra aslında güven diye bir şeyin var olmadığına inanmaya başlamıştım. Var olan bir şey neden sorgulanırdı ki? Güvenmek yoktu, umut etmek vardı ve içimdeki umut parçacıkları uzun bir zaman önce benden ebediyen alınarak yerini öfke ve intikama bırakmıştı. Peki o zaman Ivy'e duyduğum şey neydi?

Çekmeceden bir çakmak çıkararak parmaklarımın arasına sıkıştırdığım sigara izmaritinin ucunu tutuşturdum. Dudaklarımın arasına bıraktığım sigaradan uzun bir nefes alıp dumanı dışarı savurdum ve Nadeen'nin gizlice babama yazdığı son mektubu açıp okumaya başladım. Tam o sırada telefonum titremişti. Muhtemelen Edgard işini yaparak bana adresi mesaj atmıştı; bu yüzden okumaya devam ettim.

14 Şubat 2010

Sevgilim,

Bugün yanında olabilmek için her şeyi yapardım. Bilirsin, sevgililer günü... Ökse otunun altında bana öpücük vermeni isterdim. Tanrım, bu klasiği asla yaşayamamış olduğum için üzülüyorum. Küçük bir çocukken hep hayal ederdim.

Steve... Ben hastayım. Bana geri dön, lütfen. Neden mektuplarıma yanıt vermeyi bıraktın?

Sevgiler,

Nadeen Lefebvre

Bu son mektuptu. Sanırım sahiden de babam onu yüzüstü bırakmıştı. Adi herif iki kadının da hayatıyla oynamıştı ve annem bir deli gibi onu kollamış ve gerçeklerden kaçmıştı.

Ama bir olasılık vardı. Eğer o fahişe sadece işini yapsaydı ve ben o gün babamı o şekilde görmeseydim işler nasıl olurdu? Babamın yanında olurdum belki, yanımda annemle birlikte... Mutlu bir aile tablosu...

Bir şeyler eksik gibi...
Ivy?

Babamı öldürerek son darbeyi vurmasaydım belki hala İskoçya sınırları içinde o kadar da göze batmayan bir serseri ve hırsız olarak tanınmaya devam edebilirdim. Ivy ile asla tanışmazdık. Düşük bir olasılıkla birbirimize rastlayabilirdik. Tıpkı sokakta her gün yanlarından geçtiğim insanlar gibi olurdu. Birkaç saniye süren göz temasından sonra yolumuza devam ederdik.

Neden onu hayatıma bu kadar fazla sokmuştum?

Edgard işini yapmıştı. Muhtemelen birkaç dolandırıcılık programı kullanarak gizli bilgileri çökertmiş ve senelerdir ulaşmak istediğim bilgiye ulaşmıştı.

Neden Ivy'i hala yanımda istiyordum?

''Albert...'' Mırıldanışıyla kendime geldim. Gözüm elimdeki kağıt parçasına kaydı ve beklemeden elimde evirip çevirdiğim çakmakla onu bir kül haline getirmeme neden oldu.

Durgun bakışlarımı Ivy'e çevirdiğimde onu daha önce hiç bu kadar üzgün görmediğimi fark ettim. Halime mi acıyordu? Nesi vardı bunun? Sahiden sıkıcı olmaya başlamıştı. ''Ivy, git başımdan.''

''Neden beni hep kovmak zorundasın?!'' diye bağırdığında gözlerim istemsizce irileşiverdi. Bana bağırılmasından nefret ettiğimi en çok o biliyordu ama bu sefer sesinde öfke değil de farklı bir şeyler vardı; sanki sitem ediyordu.

Sakin kalmaya çalışarak biten sigara izmaritini ahşap döşemeye attım ve ayağımın altıyla ezdim. Hiçbir şey söylemedi. Muhtemelen ahşap döşemeyi kirletmiştim ama oraya bakmakla zamanını harcamadı bile.

''Yanında olmak istiyorum, Albert. Çünkü ben kaçmaya çalışırken sen beni bir kara delik gibi hayatına çekiverdin ve yerime çiviledin. Kalmam gerektiğini hissettim. İyi biri olduğunu gördüm, Albert. Sandıkları kadar kötü biri olmadığını gördüm ve bu halin... çok acınası ama yanında kalmamı istememe neden oldu.'' Nefessiz kalmıştı. Öyle kötü görünüyordu ki tek bir kelime etsem ağlayacak gibiydi. ''Ve şimdi işinin bittiğini biliyorum ama yine de yanında kalmaya devam etmek istiyorum; çünkü... çünkü sanırım ben Stockholm sendromu geçiriyorum!'' Parmaklarını saçlarının arasından geçirirken sahiden de benim kadar psikopat görünüyordu. Neyden bahsettiğini bilmiyordum -psikolojiyle alakalı bir terim falandı herhalde- ama bu hali keyifle sırıtmamak için dudağımı ısırmama neden olmuştu. Bana aldırmadan bakışlarını gözlerimde birleştirdi ve sıkıntılı bir sesle mırıldandı. ''Ve sana tutuluyorum.''

Dediğini görmezden gelip onu ince belinden kavrayarak kendime yaklaştırdım ve dudaklarını sertçe öptüm. Söyledikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ivy bana karşılık veremeyecek kadar şaşırdığı için gözlerini irice açmıştı. ''Neydi bu?''

Omuz silktim. ''Bir öpücük.'' Niye şaşkındı? Ne olacaktı ki Tanrı aşkına? 

''Ah,'' başını sallayarak güldü.

''Yanımda kalacaksın. Gitmeni istemedim, benim tatlı kızım,'' diyerek iri ellerimi belinden aşağı kaydırıp kalçalarını kavradım ve onu kucağıma aldım. Nefesi kesildi. Onun bu şaşkın haline alışık değildim. Daima dokunuşlarımdan kaçan bir kızdı ve bana ne halt olduğunu da bilmiyordum. Sadece onu yanımda tutmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. 

Kolları omzumun üzerinden boynumu sardı ve ince parmakları saçlarımın arasında kayboldu. Onu soğuk duvara dayadığımda dudaklarını beklemeden dudaklarımla birleştirdim ve Fransız öpücüğü vermeye başladım çünkü onun bana bu öpücükle karşılık verişi mükemmeldi.

Ağzımın içine doğru inleyişi ona olan arzularımın harekete geçmesine neden oldu. İşte şimdi onu defalarca düzmek istiyordum.

Onu tek elimle kaldırırken diğer elim ne zaman giydiğini bilmediğim saten sabahlığın altına kaydı ve parmaklarım yumuşak derisini çizerek hedefe doğru yol aldı. Dudaklarıma verdiği sert öpücüklerin ardı arkası kesilmezken parmağımla içine girdim ve hareketlerimi düzenli bir şekilde devam ettirmeye başladım.

''Ah... Albert...'' Onun ismimi telaffuz edişini duymak beni çıldırtıyordu.

''Daha sesli söyle,'' diye fısıldadım kalçalarını sıkıca tutarken.

''Albert,'' dedi bir kez daha. Onu beklemeden yatağa bıraktığımda beni üstüne doğru çekiştirdi. O bu işte daima pasif taraf olmuştu ancak şimdi onu böyle görmek beni hem deli ediyordu, hem de tahrik ediyordu. Durmasını istemiyordum.

Baksırımı aşağı indirerek vücudunun üzerine doğru eğildiğimde ince parmakları kollarımdan yavaşça aşağı kayarak parmaklarıma dolandı. Ellerimizi sıkıca birleştirince onu daha sertçe kavradım ve belinden yakalayarak kendime doğru çektim. Canını yakmak istemiyordum. Tamamen nazik davranmalıydım.

Dudaklarına bir öpücük bıraktım ve yavaşça içine girdim. ''S-seni,'' diye mırıldandı ancak devam etmedi. İçindeki hareketlerimi hızlandırırken, kendine hakim olmak ister gibi tırnaklarıyla yatağın çarşafını sıkıca kavradı ve çekiştirmeye başladı.

Tam o sırada sikik telefonumun sikik zil sesi kulağıma dolmaya başladı. ''Sikeyim!'' diye inledim ve Ivy'nin içinden çıkıp nasıl yere düştüğünü bilmediğim telefonumu elime alarak kimin aradığına bakmadan aramaya yanıt verdim.

''Yine ne halt istiyorsunuz?!''

''İşte tanıdığım Albert Ruttledge,'' ince kız sesini işitmemle boğazımın düğümlenmesi bir oldu. ''Sana da merhaba, kardeşim.''

🥀Zehirli Sarmaşık ⚥Where stories live. Discover now