"Ne yapıyorsun?" diye sordum, nedensiz titreyen bedenimi yok saymaya çalışarak.

"Çenen..." diye mırıldandı. "Murat mı yaptı?"

"Ne olmuş çeneme?" diye sordum bu defa.

"Ne yaptı sana?" diye bir soru ile karşılık verdi o da soruma. Anladığım kadarı ile korumadan bahsediyordu, korumanın adı Murat'tı.

Omuz silktim. "Hiç." dedim umursamaz bir tavır takınarak. "Canımı yakmaya çalıştı." Başarmıştı da ama bunu dile getirmek gibi bir aptallık yapmadım. Kafasını çok çok ağır bir şekilde iki yana çevirip boynundan bir dizi çıtırdama sesi çıkmasını sağladı. Bu yaptığı hareketin çekiciliği benim hayran hayran ona bakmamı sağlarken bunu fark etmemişti.

"Hastaneye gidiyoruz." dedi aniden.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Saçmalama, bir şeyim yok benim." Tamam, çenem biraz ağrıyor olabilirdi ama bu hastaneye gitmemi gerektirmiyordu. Hastanelerden nefret ediyordum, ciddi anlamda. Beni duymamazlıktan gelip kolumu kavradığında resmen peşinden sürükleniyordum.

"Ya bıraksana! Manyak mısın be adam?" diye söylendim kolumu kurtarmaya çalışırken.

Olduğu yerde durup bana döndü. "Manyağım." dedi sakin bir şekilde. "Çenenin diğer yarısının da morarmasını istemiyorsan, sesini kes ve yürü." Cümlesini bitirdikten hemen sonra beni arkasından sürükleyerek yürümeye devam etti. Çenem mi morarmıştı?

"Sen beni tehdit mi ettin?" diye sordum, aklımdaki sorudan bambaşka bir konuya değinerek. 

"Evet." dedi bana bakmadan. "Ama ciddi değildim." Tabii ki ciddi değildi. Bir kadına el kaldıracak kadar hayvan olduğunu sanmıyordum. Hiç öyle görünmüyordu. 

Barın içine girdiğimizde, Sude bizi saniyesinde fark edip koşturarak yanımıza geldi. "Lan! Ne bu yüzünün hali?" diye sordu dehşetle. Sonrasında ise şüpheli bakışları Atınç'ı tarayıp yeniden bana döndü. Kaşlarımı kaldırıp indirerek onunla bir alakası olmadığını belirttikten sonra müziğin yüksek sesini bastırmak adına bağırdım. "O kadar mı fena?"

Sude kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı beni. "Ne hoş." diye mırıldandım kendi kendime. Hemen ardından Sude'ye dönüp; "Evde anlatırım sana." diye ekledim.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu bu defa. "Gidiyorsunuz daha doğrusu." Gözleri Atınç'ın bileğimi kavrayan eline kaydığında, Atınç lafa girip; "Hastaneye." diye yanıtladı kısaca. "Sen burada kalıyorsun." diye de ekledi zaman kaybetmeden. Kıkırdadım. Sude'yi kısa sürede çözmüştü. Sude ona göz devirip bana baktığında, bakışlarımla onayladım Atınç'ın dediğini. Sude 'ne haliniz varsa görün' temalı bir surat ifadesi takınıp yanımızdan ayrıldıktan sonra Atınç'ın Mete'ye attığı delici bakışları yakaladım. Mete ile alıp veremediği neydi bu adamın?

Dışarıya çıktığımızda, kapıdaki görevliler anında saygı duruşuna geçip kafalarını önlerine eğdiler. Duraksayıp görevlilere döndü bu defa. "Murat'a söyleyin işine son verildi. Bir daha buranın yakınlarından bile geçmesin." dedi sinirle. Görevliler yalnızca kafa sallayarak onay verdiler.

Sonra sustuk. İlerleyip arabasına bindiğinde yanındaki yolcu koltuğuna yerleşip koltuğu geri çekerek ayaklarımı ileri doğru uzattım. Sadece güldü. Ama ne gülüş!

Her neyse.

"Bir şey soracağım." diye mırıldandım karanlık arabanın içinde Atınç'a dönerek. "Çok mu fazla kadın girdi hayatına?"

Bana bakmadan gülümsedi. "Bunu sormanı bekliyordum. Sinem'i ciddiye almış olman üzücü... Sadece Sinem ile bir ilişkim oldu, deneme amacıyla iki hafta takıldık ama sonra onu sevmediğimi anlayıp ilişkiyi sonlandırdım. Bu yüzden bana öfkeli."

CEHENNETWhere stories live. Discover now