Bölüm-8

38 3 1
                                    

   Yürümeye başlayalı çok olmamıştı. Uzun ağaçların olduğu ormandan geçmiştik ama şimdi önünde durduğumuz ağaçlar çok daha sık ve kısaydı. Ağaçların arkasında ne olduğunu bile göremiyordunuz. Yol boyunca da konuşmamıştık. Şapkacı bir kere düz yolda yürürken düşerek ölüm tehlikesi geçirmişti -kendimi tutmaya çalıştın fakat olmadı, çok güldüm-, bir kere ağacın dalına çarpmıştı... Yani aslında konuşmasına bile gerek yoktu, ben yine de gülüyordum ama o neden güldüğümün farkında bile olmuyordu.

   Ağaçların arasına doğru yürümeye başladığında durdurdum. "Orda ne var?"
   Küçük bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Neydi o... Bir saniye..." Gülümsemesini soldurup kaşlarını çattı bir süre. Sonra yeniden gülümsedi. "Sürp-riz." Kendimi gülümsemekten alıkoyamıyordum.

   "Tuhaf bir şey yok değil mi? Ne bileyim... O kocaman böcekler gibi."

   "Onlar tuhaf değil ki." Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Nasıl tuhaf değildi? Hayatımda öyle böcek görmemiştim. Hatırladıkça tüylerim diken diken oluyordu.

   "Saçmalama..." Gerçi ona göre tuhaf değildi. Sonuçta yıllardır buna alışıktı. Asıl benim dünyamdaki şeyler, küçük böcekler, ona tuhaf gelirdi. "Haklı olabilirsin." Başıyla onayladı.

   "O böcekten mi korktun?" Tek kaşını kaldırdı.

   "Ne münasebet. İğrendim." Eliyle tuhaf bir şey yaptı. Tırnaklarını çıkaran kurt gibi bana yöneltti ve şöyle bir ses çıkardı 'tısst'. "Ne yapıyorsun?" Bir adım geriledim.

   "Korktun."

   "Hayır."

   "Çok korktun."

   "Hayır."

   "Aşırı çok korktun." Devam etmedim. Bunun bir sonu olmazdı yoksa. Bu ne inattır, yiğidim... "Bak şimdi de devam etmekten korktun."

   "Korkmadım." Korku konusunun kendi içimde bile bir daha açılmasını istemiyorken burda bahsetmek yanlış geliyordu. Artık bu sözcüğü bile söylemek istemiyordum.

   Gururla gülümseyip bakışlarını benden ayırmadan ağaçlara doğru bir adım attı. "Peki." Başını ağaçlara çevirip kendini ağaçlardan içeri attı. İlk önce gitmek konusunda emin olamadım fakat korkmak yoktu. Peşinden içeriye daldım.
   Diğer tarafa geçince gözlerimi alan bir parlaklık göz kapaklarımı kapatınca bile görünüyordu. Bir süre öylece kalakaldım. Alışınca yavaşça açtım, ortada kocaman bir koy, etrafında yemyeşil ağaçlar vardı. Güneş ışığı koyun suyundan her yere yansıyordu. Ağaçlardan dolayı da yemyeşil görünüyordu. Tam önümüzde küçük bir gökkuşağı vardı. Sanki dümdüz yürüsem içinden geçebilecektim, boyumla aynıydı yüksekliği. Birkaç tane uçan 'şey'ler dışında öyle tuhaf yaratıklar da yoktu. Derin bir nefes aldım. Ciğerlerim yanmamıştı.

   "Vay be."

   Şapkacının sesiyle yerimden sıçradım. Anlamadığımı belli edecek şekilde yüzüne baktım.

   "İnceledin." Koya doğru yürüyüp yere oturdu. "Sevdin mi?" Sevmek ne kelime, galiba burası favorim olacak. Aynı şekilde yanına gittim ve oturdum.

   "Sevdim." Bir daha derin nefes aldım. Oksijen burda yakmıyordu. İmkanım varken bol bol içime çekmeliydim.

   Yerden bir ot koparıp oynamaya başladı. "Çocukken burda çok koşardık."

   "Arkadaşlarınla mı?" Buruk bir şekilde gülümsedi. Olumsuz anlamda başını salladı.

   "Kardeşlerimle." Hadi be... Bu konunun açılması içimde ayrı bir suçluluk duygusu uyandırmıştı.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Mar 06, 2017 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

UNDERLANDWhere stories live. Discover now