Bölüm-2

47 4 0
                                    

"Alice mi?"

Başıyla onayladı.

Nedense aklımda Alice In Wonderland hikayesi canlanmıştı. Beyaz tavşan... Delik... Gözlerim yerinden fırlayacak gibi açıldı ve iki üç adım gerilememe sebep olan bir korkuyla arkamda bir şeye çarptım. Hayır. Bir şey değil, bir insan. Heyecanlandığımda, korktuğumda her zaman olduğu gibi bir hıçkırık bırakıverdim. Arkama dönmeye korkuyordum. Kim bilir neyle karşılaşacaktım... Bir adım ilerleyip kendimi bu stresten kurtarabildim. Arkamı dönmek zorunda değilim.

"Majesteleri," Bir erkek. "diğer krallığın sakinleri sizin için geldiler." Kraliçe arkamdaki adama şaşkınlıkla bakarken ben nefes almakta zorlanıyordum. Rüya mı? Bir çeşit şaka mı?

Bunun üstüne bir de neler olduğunu hatırlamıştım. Annemle tartışıp evden çıkmıştım. Sinirlendiğimde, kırıldığımda her zaman olduğu gibi koşmaya başlamıştım. Sonra bir yere takılıp düşmüş, tam anlamıyla beynimi patlatmıştım. Büyük ihtimalle bu yüzden hatırlamıyordum. Tek hatırladığım şey kafamı vurana kadar olan şeylerdi. Gerisi benimle ilgili olmamalı. Birisi beni sürüklemiş olmalı. Ya da rüzgar... Belki de başka bir şey. Şuan tek düşünebildiğim şey, bir masalın içinde olduğumdu.

"Neden geldiklerini sordun mu?"

"Zorla girmişler kraliçem."

Bacaklarımın tutmadığını fark edip yere, dizlerimin üstüne yığılıverdim bir anda. Arkadan bir el koluma uzanınca irkildim. Meraklı bir sesle kraliçeye, beyaz kraliçeye, soru yönelttiğini duydum. Ama çok kısıktı... Ya da kulaklarım işlevini yitirmişti. "Kim?"

Nefes al, nefes al. Belki de deliriyorum. Şizofren demişti kraliçe, şizofren. Olabilir.

"Misafir." Sıcak bir sesle yanıt veren kraliçe yanıma doğru geldi, irkildim, yine. "Sakin ol, tatlım." Ateşimi ölçmek ister gibi elini alnıma koydu.

"Pek de kendi isteğiyle gelmiş gibi durmuyor..." Nihayet yüzümü çevirip bakma gücünü kendimde bulduğumda, dönmemle çığlık atmam ve sıçramam bir oldu. Çıldırıyorum. Hayır. Hayır. Hayır.

Ben küçük yaştayayken, on bir yaşındayken, Tim Burton'ın Alice In Wonderland uyarlaması vardı. Bu gördüğüm yüzler... Tıpkı o karakterleri andırıyordu. Ufak tefek farklar vardı sadece. Ama çok benziyor.

Çığlığımla gözleri kocaman olan adam, sanırım... Şapkacı. Benimle aynı anda çığlık atarak ayağa kalktı.

"Tuhaf!" Aynı şaşkınlıkla bakışlarımı yeniden üzerinde sabitleyip kaşlarımı çattım. Sensin tuhaf.

"Gitmek istiyorum." Kraliçeye döndüm.

Kraliçe, şapkacıya bakıp onayladı. "Önce neler olduğunu, nasıl buraya geldiğini söylemek ister misin?" Gülümsedi. Gülümsemesi güvende hissettirmiyor. Korkutuyor. Korkuyla bir şapkacıya bir kraliçeye baktım. "Korkmana gerek yok..." Kraliçe, yanıma gelip bir elini omzuma koydu. "Şimdi, haydi anlat. Bu bizim için tehlikeyi işaret ediyor olabilir." Ne gibi bir tehlike? Başımla onayladım.

Derin bir nefes aldım. "Ben... Bilmiyorum. Yani sizin için önemli olacak şeyler bilmiyorum. Sizi tehlikeye düşürecek herhangi bir şey bilmiyorum. Tek bildiğim şey evden çıkıp koşuya gittiğimde düşüp kafamı çarpmış olmam. Büyük ihtimalle de," Yutkundum. Boğazımda bir kuruluk vardı. "bu yüzden hatırlamıyordum. Yemin ederim tek bildiğim şey bu." Bir adım geriledim. Korkuyorum. İlk defa ailemden bu kadar uzaktaydım. Kim bilir belki de başka bir gezegendeydim. Belki başka bir boyutta. Sadece 17 yaşındaydım.

UNDERLANDजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें