yoongi,
gayoung dün
çok tuhaf davrandı.
durmadan aynı şeyleri
söyleyip durdu,
ona yardım da edemedim,
yardıma ihtiyacı var mı diye sorduğumda
sadece gülümsedi ve
ben daha da gerildim.
"sen olduğunu biliyorum, hanuel.
yanılmam imkansız. bu sefer değil."
anlamıyorum, yoongi.
ne demeye çalışıyor?
yoksa bilmeden
ona bir şey mi yapmıştım?
ya da
kişilik bölünmesi falan mı yaşıyordum?
"hanuel-ah,
yirmi üç numaralı masadaki kadın
sonunda
seni sordu,"
taehyung arkama geçip
mutfağa girmeden önce
göz kırptı.
yirmi üç numaralı masadaki
kadın mı?
kaşlarımı çattım ve
derin düşünceler içerisinde
tezgahtan ayrıldım.
saat öğlenin dördüydü,
neyse,
bu saatte buraya
çok fazla insan uğramazdı.
yirmi üç numaralı masada
oturan kadın,
gayoung'un ta kendisiydi
(seninle ilk tanışmamızda
oturduğumuz masa, yoongi.)
ve yine
seninle ilk tanıştığımız günkü gibi
önünde bir kitap açıktı.
ona yaklaşırken,
bir deja vu'nun içinde bulunduğumun
farkına vardım.
"gayoung," dedim.
bana baktı, o an gözlerimiz buluştu,
ve gülümsediğinde
mükemmel dişleri ile . . .
diş etleri ortaya çıktı.
güzel gülümsemesini
ilk görüşümdü,
midemde de
garip bir his oluştu.
"hanuel! hanuel-ah,"
karşısına oturmamı
işaret etti ve
ona ayak uydurdum,
ama kafam hâlâ karışıktı.
"geciktin," gülümsediğinde,
kalbim hızla çarpmaya başladı.
"anlamadım,"
mırıldandım,
"ne için geciktim?"
gözlerini devirdi ve
yüzünde yumuşak bir ifadeyle
bana baktı.
"aptal,
randevumuza üç yüz yıl geciktin."
-
y/n: [çığlık atar]
![](https://img.wattpad.com/cover/96203323-288-k980773.jpg)