Gözlerini kısmış il sung’a bakarken yine kızın cırlayan sesi kulağına doldu.

“Ne biçim adamsın anlamadım ki? Young jea gibi olmayı hala beceremiyorsun.”

Sinirle ağzını açıp bir şey söyleyeceği anda hye su hızla arkasını döndü ve öfkeli bakışlarla “istersen seni kenarda bir yerde bırakalım canım. Young jea’dan bahsettiğine göre baya bir özlemişsin sanırım onu.” Dedi. Sesindeki iğneleyici tını kızın olduğu yere pusmasını sağlamıştı ki il sung’un araya karışmasıyla sırtını yeniden dikleştirdi.

Bebek gibi yüze sahip olan adamın sesi her ne kadar insan da kısa süreli bir hayal kırıklığı uyandırsa da yine de ona bakmak zevkli ve eğlenceli olabilirdi. Tabi hye su’nun çirkin bakışlarını saymazsa. Adamın “young jea kim?” sorusuna heyecanla cevap verdi genç kız.

Kendisinden iki yaş büyük olan young jea hem çocukluk arkadaşı hem de hayalini kurduğu tek erkekti. Sırf onun için avukatlık bile okumaya başlamıştı her ne kadar young jea onu görmemezlikten gelse de.

“hemen yanımda oturan chin ho’nun erkek kardeşi. Çok zeki…”

“Yaralandığında sana ilaç ve ameliyat malzemesi getiren çocuğu hatırlıyor musun? Young jea, chin ho’nun erkek kardeşi. Benimde kardeşim sayılır. Dördümüz birlikte büyüdük.” Dedi hye su gereksiz birkaç detayı atlasa da dördümüz kelimesini iğneleyici bir şekilde söylemişti. İl sung’un dikiz aynasından chin ho’ya baktığını fark ettiğinde hye su telaşlandı. Sanki arada görünmez bir savaş varmış gibi ikisi de birbirlerine dik dik bakıyorlardı.

Arada ki gergin bakışları genç kız da fark etmiş olmalı ki hafif bir ıslık çalıp “çok şanslı olmalısın abla.” Dedi bakışları bir önde arabayı kullanan adama bir de yanında oturan adama kayıyordu. İkisi de hoştu sonuçta. Kısa süreliğine de olsa önde oturan sarı kafa kıza baktı.

Sarı saçları yüzüne gitmiş olsa da iki adamı birbirine düşürecek kadar güzel olabilir miydi? Düşüncelerinden yine hye su’nun öfkeli bakışları ayırdı. Hye su dikiz aynasından sinirle bakıyor olsa bile sesi inanılmaz derecede sakin çıkıyordu.

“İstersen Hana seni evine bırakalım. Bizimle gelene gerek yok. Young jea ile kalman daha uygun olur.”

Hana; young jea ismini duyduğu an heyecanla “Olur” dedi ama Chin ho’nun öfkeli bağırışıyla heyecanı kaybolmuş yüzünü buruşturmak zorunda kalmıştı.

“Erkek kardeşime sarkmayı bıraksan iyi olur!”

Öfkeyle aldığı derin nefesler arasında sinirle il sung’a bakıp “Arabayı durdursan çok daha iyi olur bende iniyorum çünkü!”diye bağırdı. Hye su ikaz eder bir ses tonuyla “Chin ho!” dese bile önemsemeden il sung’la konuşmaya devam etti.

“Hayatımı kurtardığını için teşekkür ederim hatta sana da teşekkür ederim ufaklık ama artık biz gitmeliyiz. Seni bulduğuma göre artık yurt dışına çıkmamız daha uygun olacak.”

Hana şaşkın bakışlarla yanında kıskançlık krizlerine giren adama baktığında İl sung’un yakıcı sesi tüm arabada yankılanmıştı.

“Üzgünüm Chin ho ama jessica’nın bir yere gittiği yok. Burada en güvenli…”

“Kim dedin?” dedi hana araya girerek. Bir jessica ismi geçmişti ve anladığı kadarıyla hye su’ya bakarak söylediğine göre hye su’nun adını jessica sanıyordu. Tam yanlış bilgileri düzeltmek üzereyken Chin ho araya girdi.

“Kore sınırları içinde güvende olduğunu sanmıyorum. Şuan polislerde dâhil olmak üzere birçok kişi jessica’yı ve beni arıyorlar bu yüzden…”

“Amerika’dan buraya kaçırıldığımı hatırlıyor musun Chin ho?”

Arabanın içinde çıkan ansızın tartışma yüzünden Hana olduğu yere pusmuş öfkeyle birbirlerine laf yetiştiren üçlüyü izlemişti. Hye su ablasının kaçırılma olayı inanılmaz derecede garip gelmişti. Arada geçen konuşma yüzünden başı bile dönmüştü. Bir öne, bir yanında ki adama, birde direksiyonda ki adama bakıp duruyordu. Sonunda dayanamayarak “Yeter!” diye bağırdı.

Olan hiçbir şeyi anlamıyordu. Hye su derin bir nefes alıp saçmaladığını fark ettiğinde hana’ya dönüp “Sen şimdi evine dön bana telefonunu bırak babana da bugün telefonunu düşürdüğünü söyle ve bizi hiç görmediğini de sakın unutma.” Dedi.

Hana ağzı açık bir şeyler söyleyecekken araya yine chin ho girip “Sen kendini ne zannediyorsun hye su!” diye çıkıştı. Sinirleri iyice gerilmiş burnundan soluyordu. Olmadık bir kavganın fitili ateşlenmişti. İlk kez aşkla baktığı kıza öfkeyle bakıyordu.

Hye su elini yüzüne kapatıp bir süre başını bir oraya bir buraya salladıktan sonra “Aptal!” diye bağırdı. Ne yaparsa yapsın öfkesi daha çok artıyordu. İçinden geçen birçok duyguyla baş edemiyordu. Aynı anda il sungun şaşkın bakışlarıyla buluştuğunda içinde ki birçok duyguya ad bulmuştu.

Kendisine bakan adama âşık olmuştu ama hemen arkasında duran adama da garip bir şekilde bağlıydı. Gitmeliydi hem de hemen ikisinin hayatından çıkmalıydı. İl sung’un bakışlarından bakışlarını zor olsa da çekti ve hızla arabadan çıktı.

Aynı hareketi önce chin ho hemen arkasından da il sung yaparken hana afallamıştı olanlarla Diğer yandan da nasıl özenmişti. Bir kadın iki erkek… Başını cama yapıştırıp arabanın içinde fitillenen ve hafif serin havada devam eden kavgayı izledi.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen Chin ho?”

“Ne mi başladığım işi bitiriyorum seni buradan götürüyorum. Sana söz verdim ben!”

“Sözünü istemiyorum. Git… Sadece kaç Chin ho kaç! Bu olanlar yüzünden zarar görmeni istemiyorum sen benim tek dostumsun!”

Duyduğu söz ile kızın hızla kolunu kavradığında arabaya yaslanmış olan il sung’un onu durduruşu bir oldu. Kolunu kavramış ve “Çek elini jessicadan.” Demişti.

Chin ho hızlı bir harekette kolunun üzerinde duran eli itip “Onun adı jessica değil duydun mu beni” diye bağırdı. Diğer yandan da eliyle saçı başı dağılmış kızı işaret ediyordu.

“Onun adı hye su. O Kore cumhuriyetinin…”

“Yeter!”

Hye su’nun çığlığı üzerine chin ho sustu ve hemen önünde sinirle saçlarını dağıtan kıza baktı. Saçmalıktı bu. tanımadığı bir adam için kendisiyle kavga edemezdi. Daha da önemlisi yıllarını verdiği kişi kendisi olduğuna göre kalbini de almalıydı ama bu böyle olmamıştı işte. hye su’nun bakışlarında ki sevgi kırıntılarını görebiliyordu.

İl sung’a baktığın da ona tarif edilme bir aşkla baktığını görebiliyordu. Sırtını kıza döndü. Anlamıştı istenmediğini; en önemlisi sevilmeyeceğini. Omuzun üzerinden hye su’ya bir kez daha bakıp “Umarım iyi olursun.” Dedi.

Eğer yollarının ayrılması gerekiyorsa hemen şimdi ayrılmalılardı. Birkaç adım atmıştı ki hye su koşar adım önüne geçip iki kolunu da açarak gitmesine izin veremezdi. Öfkeli bakışlarında hüzün vardı.

“Çekil önümden hye su.”

“Hayır… Gitmene izin veremem… Senin güvende olmanı istiyorum chin ho. Bu yüzden lütfen bizimle gel.”

Chin ho bir adımda kızın önüne gelip omuzlarını kavradı. Onun gözlerini seviyordu en çok; minicik burnunun kıvrımlarını seviyordu. Gözlerinin içine bakarak yıllarca içinde yaşadığı çelişkiyi dışarı çıkardı. Sesi fısıltı halinde çıkmış asıl söylemek istediklerin zıddına dudaklarında dökülmüştü sözcükler.

“Beni biraz olsun sevemez misin?”

Bölüm sonu…

KAÇAK GELİNWhere stories live. Discover now