1.5

1.6K 163 31
                                    

Tik, tak. Tik, tak.

3 saat.

Tam 3 saattir duvar saatini izliyordum.
Neden hala kimse gelmedi?
Bilmiyordum. Asıl canımı sıkan da buydu.
Girdiği kapının ardında hala nefes alıyor mu, durumu kötü mü hiçbir fikrim yoktu.
İçimden birbirinden çok farklı düşünceler geçiriyordum.
'Seninle tanışalı henüz kısa bir süre oldu ama seni kaybetmek istemiyorum.'
Evet, bu düşüncemde samimiydim.
İyi olmasını ve o aptal kazayı yaptığı için onu bir güzel azarlamayı istiyordum.
Yavaş yavaş aklımı kaçırmaya başladığım sıralarda yanında oturduğum kapıdan tanıdık bir yüz çıktı.

"Bayım, Shin Hoseok'un yakını sizdiniz, değil mi?"

Adını duyduğum an kalp atışlarım hızlanmıştı.

"Evet benim. Durumu nasıl?"
"Size bunun hakkında bilgi vermek için buradayım. Lütfen benimle gelin."

Hemşirenin suratı hiç de parlak görünmüyordu.

*****

Kalbim sıkışıyordu.
Nefes alamayacak gibi hissediyordum.
Gözlerim dolmuştu ve ben ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.
Bu da neydi böyle?
Bu his de neyin nesiydi?
Acı çekmek aslında böyle bir şey miydi?
Bayılacak gibi hissediyordum.
Hoseok...
Hepsi o veletin suçu.
Eğer tekrar görebilirsem kıçını tekmeleyeceğim.

Açıkçası... onu gerçekten özledim.
Kulaklarımı yine o güzel kahkasıyla doldursun istiyordum.
Sonunda dayanamamış, gözyaşlarımı salıvermiştim.
Evimden çok uzakta, bir başıma kalmıştım.
Böyle olmak... zorunda mıydı?

Geri gel Hoseok-ah...
.
.
.
.
.
Sahiden o neredeydi?
10 dakika önce ilaç saati için hemşireyi bulmaya gitmiş, hala dönmemişti.

İzlettiği video o kadar komikti ki artık karnıma ağrılar giriyordu. Gülmekten öleceğimi sandım.

Telefonumu masanın üzerine koydum ve hastane odasının camından dışarıya baktım. Aklıma sürekli o an geliyordu.
Kazadan büyük bir yara almadan kurtulduğu için Tanrı'ya minnettardım.
Hastanedeki 3. günümüzdeydik ve bakılınca vücudu kendisini oldukça hızlı toparlamıştı. Ufak tefek yaraları ve incinmiş bir kolu olmasına rağmen uyandığı andan itibaren o kadar neşeliydi ki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

Seul'den uzakta olduğumuz için ailesinin ve yakınlarının kazadan haberi yoktu, yalnızca ben vardım. Bir de normal şartlarda dün gerçekleştirmiş olması gereken fotoğraf çekiminin yönetmeni biliyordu.
Bir ara otele birkaç eşyasını almaya gittiğim zaman hariç onu bir an için bile yalnız bırakmamıştıım, öyle bir niyetim de yoktu. Sağ kolundaki incinme yüzünden tuvalet konusunda da yardımcı olmak istedim, ancak yine suratımı 5 ton kızarmış bir şekilde bulup attığı kahkahalar eşliğinde sakinleşmeye çalışıyordum.

Kaza olduğu gün dönmemiz gerekiyordu, ama doktorlar kontrol altında tutmak için yarın taburcu edeceklerini söylediler. Ajansımı arayıp durumu düzgün bir şekilde açıklamış, fazladan birkaç gün daha izin alabilmiştim. Anlayış gösterdikleri için mutluydum. Düşüncelerimden ayrıldım ve kapı sesi ile gözlerimi camdan ayırdım.

Sonunda Hoseok elinde ilaçlarının olduğu kutuyla odaya girdi.

"Aptal hemşireler. Bana ilaçlarımı aksatmamam gerektiğini sürekli tembihlerken ilaç saatimi nasıl unuturlar?"

Şirin isyanına gülümsedim ve bir bardağa su doldurup yanına ilerledim.

"Al bakalım, iç şimdi ilaçlarını."

"Peki karıcım."

Söylediği şeye gözlerimi devirdim ve güldüm. Yanına oturdum ve yara bere içinde kalmış yüzünü iyice inceledim.

"N-ne oldu? Yüzümde bir şey mi var yoksa?! BÖCEK Mİ?!"

Bağırarak ayağa fırlamasıyla kahkahayı bastım ve gözümden yaşlar gelene kadar güldüm. Hala korkuyla yüzünü yoklayıp bana baktığını görünce kendimi toparladım.

"Yüzünde bir şey yok Hoseok-ah. Sadece bakmak istemiştim."

"Ah... Niye baştan söylemiyorsun? Poz vermemi de ister misin?"

Güldüm ve yataktan kalkıp yatması için işaret ettim. Biraz uyuması gerekiyordu. Yatağa yattı ve üzerine örtüyü örttüm. Gözlerinin içine baktığımda hala içimde kıpırtılar hissediyordum.

"Yanımda olduğun için... teşekkür ederim Hyungwonie. Sen olmasan bu kadar çabuk iyileşemezdim belki de."

Tatlı sözlerine gülümsedim ve yüzüne doğru eğilip dudaklarımızı birleştirdim. Kalbimin hızlanmasına hiçbir zaman engel olamayacaktım sanırım. Yumuşak bir öpüşmeden sonra geri çekildim ve gülümseyip alnına bir öpücük kondurdum.

"İyi geceler Hoseok. Seni... seviyorum."

"Ben de seni seviyorum Hyungwonie. Sen de biraz dinlenmeyi unutma."

Başımla onayladım ve cam kenarındaki koltuğa kendimi atıp Hoseok'un rüya alemine dalışını seyrettim. Ben de esnedim ve saate doğru baktım. Sanırım biraz uykudan zarar gelmezdi. Ayaklarımın sığmadığı koltukta rahat bir pozisyon bulmaya çalıştım ve gözlerimi kapatarak uykuya daldım.

My Story // 2WonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin