Bölüm 4: Üç Veda - II

9.3K 464 40
                                    


#Auram - Burn (ft. Wrenn)#

Not: Aİ düzenlemelerinden dolayı bazı kısımlar farklı gelebilir. Aklınızın karışmaması için ufak bir uyarı.

II

Kaşığımın ucunda lapa hâline gelmiş pirinç pilavı, mekanik hareketlerle korkularım ve umutlarım gibi ilk önce doluyor, sonra yerine sadece o yapışık, pis iz kalıyordu. Umut, kafesin içindeki ruh için bu anlama geliyordu; korku ise savaşmaya karar vermiş ben için. Daha fazla beklemek umudu çürütecek, korkumu besleyecekti. Ani bir kararla kaşığın ucuna biraz daha pirinç pilavını doldurdum ve biraz sonra zaferin tatsızlığı yüzümü buruşturdu.

Kapağından içeri pipet daldırdığım ayrandan da birkaç yudum aldım. Pilavın aksine ayranın tadı güzel sayılırdı. Geride kalan tat hoş olmasa da, etli bezelyenin salçası bunu bastırıyordu. Garipti. Tadından hoşlanmadığımız şeyler için, tadından hoşlanacağımızı sandığımız başka şeyler alıyor, bir süre onların gerçekten iyi olduğunu düşünüyorduk da; ama sonra onlar da ağzımızda acı bir tat bırakmaya başlayınca yerine hemen başka birini koyuyorduk ve bu böylece sürüp giden sonsuz bir döngüydü. Ve ne yazık ki hastanenin menüsünde etli bezelyenin tadını bastıracak başka bir şey yoktu. İnsan bedenime itaat ettim ve bu sonsuz döngüyü artık orada acı bir kıvranma kalmayana kadar tekrar ettim. Zihnim de artık bana itaat ettiği için bu sefer her zamankinden çok daha kolay olmuştu.

Saat 18.35'i giderek geride bırakıyordu. Mirza odadan çıkalı iki saat kadar bir zaman geçmişti ama sanırım yorgun düşüp -bu düşünce midemi bulandırıyordu- uykuya dalmıştım çünkü iki saatin nasıl geçtiğine dair hiçbir şey yoktu o kokuşmuş çukurda. Adımlarının benden uzaklaşması gözlerimin önünde bir kez daha oynadı ama ardımda bırakmaya karar vermiştim. Görüntü giderek soldu, yok oldu. Göğsümün üzerindeki yanmanın geçmesi için ise biraz daha zaman gerekiyordu.

Tepsideki bölmede iki kaşık kadar pilav kalmıştı. Kaşığı yeniden doldurdum ve ağzıma götüreceğim sırada kapı tıklandı, iznim beklenmeden açıldı. Kaşıktaki pilavı tepsinin üstüne bıraktım ve pirinçler tepsinin üzerine dağılırken -bu durumda korkularım ve umutlarım ruhumun dört bir yanına dağılmış gibi hissediyordum- alaycı bir şekilde gülümsedim.

Tepsiyi bacaklarımın üzerinden alıp sağımdaki beyaz, tekerlekli masanın üstüne koydum. "Tam da görmek istediğim adam." Fakat alaycı bakışlarım gardlarını uzun süre koruyamadı çünkü gardını almış o asker, savunmayı bekleyemeyecek kadar öfke doluydu. Kalkan falan umurunda değildi.

Bakışlarında yer edinmiş suskunluk beni şaşırttı, duraksattı. Gözlerinde görmemesi imkânsız bir azap, gözlerini bana dikmiş, irislerin ardından sessizce beni izliyordu. Yavaşça ilerleyip refakatçi koltuğuna oturduğunda bakışlarını kaçırmadan öylece yüzüme baktı. "Ne oldu?" dedim gülerek. "Pişmanlık mı yaşıyorsun şimdi?"

"Asla," dedi net bir sesle kafasını iyi yana sallayarak. Öyle olsaydı bu konuşanın Efkan olduğuna inanamazdım da. "Bu pişmanlık değil." diye ekledi. Gözlerini kaçırmıyordu ve bu ruhuna bir iple bağlanmış o koca taş parçasının onu nasıl dibe çektiğini daha iyi görebilmemi sağlıyordu. Kaskatı kesilmiş o taş, kalbiydi belki de ve şimdi bunca zamandır taşıdığı o kalp, onu dizlerini çökmeye zorluyor, karşımda eziyordu.

"Ne ya öyleyse?" dedim ama cevabını merak ediyorsam da bu öfkemin çok altında kaldı. Enkaza karıştı. "Şu an yaptığın ne biliyor musun? Kurbanının cenazesine gelmek." Utanmasını, bakışlarını kaçırmasını istiyordum ama o bunun aksine utancını bakışlarını kaçırmayarak, karşımda yalın, öylece çıplak kalarak yaşıyordu. "Bana Melinoe demiştin," dedim öfkeyle gülüp. Zihnim o kadar doluydu ve duymasını istediğim o kadar şey vardı ki, kendi cümlelerimi tamamlamayı bile bekleyemiyordum. "Bir tarafı aydınlık, bir tarafı karanlık. Doğrusu uyuyor bana, inkâr edemem. Ama merak ediyorum, sen ne oluyorsun bu durumda? Perses mi? Yıkım tanrısı mı?" Daha çok güldüm ve sonra bir anda o gülüş kesildi. "Sen nesin biliyor musun? Sen yıkım tanrısı falan değilsin. Tutulduğundan haberi bile olmayan bir kiralık katilsin sen. En başından beri onun oyununu oynuyordun. En başından beri adım adım onun planına doğru ilerliyordun. Beni bulmanı, kurşunu sıkanın sen olmanı istedi ve bunu yaptın. İnanılmaz." Biraz durdum ve bana, kırık parçalarından ruhunu yansıtan gözlerine baktım. Görüntü parça parçaydı belki ama ben de zaten bütününü görmek istemiyordum. "Ödülünü verdi mi bari?" diye sordum. "O, hep onun istediği şeyleri yapanlara ödül verir. Bana ödülü geç, ceza bile vermedi gerçi. Beni ceza verecek kadar bile görmedi ki ben zaten kendime en büyük cezaydım. Ama sen, mutlaka bir ödül almışsındır. Fiyatın ne kadardı?"

Yıkımın İzleri (Ölü Doğanlar Serisi #2)Where stories live. Discover now