Twelve: we are not teenage anymore. We are parents.

4.5K 441 298
                                    

Edward, hafta sonunu çok güzel geçirdi. Ata bindi. Yüzdü. Yarın okulların başlayacağı için pazar akşamı eve dönmek zorunda kaldık. Edward deli gibi yorgundu çünkü tüm gün Luke ile havuzda top oynamışlardı. Kapıyı açtığım anda Luke, Edward'ın belinden tuttu ve havaya kaldırdı.

"Hey! Yavaş!"

Luke, Edward'ı kucağına aldı ve koşarak odaya çıktı. Luke bağırdı. "Bir odan var!"

Edward kahkahalar atarken gülümsedim ve içeriye bavullarımızı koydum. Kapıyı kapattıktan sonra anahtarı zigonun üzerine fırlattım. Derin nefes alarak, sırt çantamı salondaki koltuğa attım. Evimizi seviyordum. Amerikan mutfaktı. Salon ise açık mavi ve bej gibi renklerle dizayn edilmişti. Bavuları kenara ittim yarın kirlileri ayıracaktım. Fakat şimdi tek istediğim koltuğa uzanıp belgesel izlemekti. Salona geçtim. Ayağımdaki botlardan kurtulup koltuğun arkasına fırlattım.

Televizyon ünitesinin yanında olan raflara baktım. Luke'un tam bir yıl boyunca uğraştığı kısa film vardı. Bunu izleme fırsatım hiç olmadı çünkü anne olmakla uğraşıyordum. Bunu izlemeye karar verdim. CD'yi alıp oynatıcıya taktım.

Kumandayı aldım ve oynata bastım. İlk saat sesi ile başladı. Ardından deniz göründü. O an da bir piyano sesi ve benim sesim.

''Senden nefret ediyorum."

Gülümsedim. O anda yavaş bir şarkı ritmiyle girmeye başladı. Lisedeki yüzüm ekrana geçti. Aptal gibi kameraya bakıyordum. Luke konuştu.

"Bir şey yapsana Alex."

Şaşkınca baktım ve ellerimi kaldırarak hareket ettirdim. Luke kamerayı manzaraya çevirdi. "Boşver Alex."

Ve benim kahkaham başladı. Kaşlarımı çattım. Yatağın üzerine yığılarak kahkaha atışım ekrana geldi. Ardında otel koridorunda sarhoş gibi kahkaha atışım. Luke'un sesi girdi.

"Alex,"

Helikopterden atlamadan önce elini tuttuğum sahne geldi. Gün batımını tam arkama alırken saçlarımı topladığım bir kısım geldi. Daha sonrasında şarkı sesi geldi. Still falling for you - Ellie Goulding

Luke tam belime sarılıyordu. Beni kaldırıp sağa sola savuruyordu. Gülümsedim. Onun moturuna binip onun beline dolandığımı koymuştu. Bana yüzme öğrettiği kısım vardı. Kameraya su fırlattığım anda başka bir yere geçtik. Bu sefer ikimiz de şık giyinmiştik. Uçak maceralarımız vardı.

"Japonya!"

Birden saçma danslarımız geldi. Aptal gibi sesli bir kahkaha atarak koltuğa yayıldım. Evlendiğimiz gün vardı. İkimizde de jean vardı. Birden müzik sustu ve kamera amtörce hareket etti.

"Saat sabaha karşı dört. Alex henüz uyanmadı. Ama asıl bu videoyu çekmemde amaç, çok güzel uyuyor olması."

Gülen yüzüm aniden soldu. Kamerayı bana çevirdi. Yastıkların arasında kalmış bir kafam vardı. Luke saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı.

"İyi ki varsın."

Yeniden şarkı yükseldi ve benim kocaman bir dilim pizzayı yemem ekrana geldi. "Beni mi çekiyorsun!"

Kanada'da bowling maçına katılmıştık ve sanırım kazandığımız en kolay para oradaydı. Luke tüm hepsini devirdikten sonra ben koşarak onun üstüne atlıyordum. Daha sonra Japonya'da Luke'a yemek çubuklarını nasıl tutması gerektiğini anlattığım bir kısım vardı.

"Bazen aşk için fedakarlık gerekiyor, ayağa kalkamayacak olsan bile yüzüne bir gülümseme yapıştıyorsun. Nasıl, olmuş mu Luke?"

Kalemi ağzımdan çekerken Luke iç çekti. "Evet."

Sleep with meHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin