''Deniz'' diye seslendiğimdeyse hemen kafasını bana çevirdi.''


''Kusura bakma. Yani az önce için... Kontrolümü kaybetmiştim ve ne dediğimi bilmiyordum'' diyerek lafa girdiğinde sorun değil der gibi başımı salladım.

''Birkaç gün önce ben de komadan uyandığımda vahşi bir köpekten farkım yoktu. Biliyorum bunu duymak istemiyor olabilirsin ama seni anlıyorum ve de hak veriyorum''

''Sen neden komadaydın?''

''Hakan'ın beni kaçırdığı gün vurulmuştum.'' Bir şey demeyip öylece baktı sadece.

''Boşver artık beni. Senin Hakan'la meselen ne? Yani neden komaya girdin ve Hakan'ın elindesin?'' diye sorduğumda yüz hatları tekrar katılaştı. Kendini kontrol altında tutmak için biraz bekleyince ben de sustum sonra bir küfür kaçtı dudaklarından.

''Bir gün okuldan eve geldiğimde annemin mutfakta birisiyle tartıştığını duydum. Sessizce o tarafa gidip içeri baktım. Annem ağlıyordu ve karşısında da sırtı bana dönük bir adam vardı. Annem istemediğini, yapamayacağını ve evini terk edemeyeceğini söylediğinde karşısındaki adam ona birden tokat attı. Neye uğradığımı şaşırıp birden mutfağa daldım ve adamın üzerine atlayıp yumruk atmaya başladım. Annem ikimizin arasına girip bizi ayırdığında adamın bu Hakan olduğunu gördüm. Silahını bana karşı doğrultmuş delirmiş gibi bakıyordu.'' Bir anda dişlerini sıkıp durdu ve gözlerini kapadı. Kontrolünü kaybetmek istemediği her halinden belliydi.

''Sonra bağırdım işte. Küfretmeye başladım. Annemden ne istediğini sordum. Silahının namlusu ile yüzüm arasında iki karış mesafe vardı ama korkmuyordum. Girip çıktığım ortamlardan, babamın mekânından alışkındım bu tür şeylere. Biraz uzaklaşıp silahını indirdi ve anneme bakarak ona deli gibi âşık olduğunu, onunla mutlu bir yuva kurmak istediğini, karnında onun bebeğini taşıdığını söyledi. Bir an neye uğradığımı şaşırdım. Annem hamileydi. Hem de başka bir adamdan. Babamı aldatmıştı.

Anneme dönüp baktığımda hala ağlıyordu. Öfke tüm vücudumu sarınca birden Hakan denen o ciğersiz orospu çocuğunu üzerine atıldım. Attığım yumrula sendelediği sırada elindeki silahı almaya yeltendim. Vermemek için direniyordu ama bırakmayıp zorlamaya devam ettim. Ardından silahın patlama sesi tüm mutfakta yankılandı. Sonra da annemin çığlıkları... En son hatırladığım şey annemin kucağına yığıldığım. Gerisi yok.'' Şu durumda ne söyleneceğini bilmiyordum. O da bir şey söylememi ister gibi bakmıyordu zaten. Aramızda yine zamanın içe sığdırdığı ama kendi içimizden taşan acıların keskin sessizliğinin rüzgârları esmeye başladı.

''Sence hala yaşıyor mudur?'' diye bir soru yöneltince başımı kaldırdım. ''Annem...''

''Söz konusu Hakan olunca net bir şey söyleyemiyorum'' dedim. Ardından aklımda birden beliren görüntüler ile heyecanla yüzüne baktım. Bu ani çıkışımı beklemediğinden kaşları çatıldı. ''Ne oldu?'' diye sordu.

''Annen hamileydi değil mi?'' diye sorduğumda evet yanıtını verdi. ''Biz Hakan'ı ararken onun kaldığını düşündüğümüz bir eve gittiğimizde bize kapıyı bir kadın açtı. Kumral, renkli gözlü, orta boylu zayıf bir kadındı. Ayrıca evin içinde de iki- iki buçuk yaşlarında da küçük bir kız çocuğu vardı.'' Söylediklerim karşısında o da hareketlendi ve bir an bacaklarının durumunu unutup kalkacakmış gibi oldu. Sonra farkına varıp arkasını yaslandı.

''Yani annem hala yaşıyor olabilir.'' Sesi biraz olsun umutluydu. Bu onun tüm bu yaşananlara karşı dirençli olmasını sağlayacak bir neden olabilirdi.

''Peki, durumu nasıldı? Yani sağlıklı görünüyor muydu?'' diye sorduğunda yutkunamadım. Kadının o hali daha dün gibi gözlerimin önündeydi. Gördüğü şiddetin izlerini vücudunun her yerinde taşıyordu.

''Pek iyi olduğunu söyleyemeyeceğim. Vücudunda ve yüzünde darp izleri vardı.'' Bu sefer kendini tutamayıp yine küfürler savurmaya başladı. Öfkesini kusmak için sürekli küfrediyordu. En sonunda öksürmeye başlayınca sustu.

''Benim anlamadığım bir nokta var aslında'' Ben konuşmaya başlayınca biraz daha sakinleşti. Gözleri kendini zorlamaktan kan çanağına dönmüştü. ''Madem annene deli gibi aşık olup onu hamile bırakıp üstüne bir de yuva kurmak isteyecek kadar aşkından gözü kördü, nasıl oluyor da benim kaçırıp aşık olduğunu sadece ona ait olduğumu söyleyebiliyor? Üstelik bunların hepsi aynı zamanlarda yaşanıyor.'' Olayların bu kısma şimdiye kadar hiç dikkat etmemiş gibi düşünmeye başladı. Düşündükçe işin işinden çıkmayacağını anlamış gibi oflayıp arkasına yaslandı.

''Neyin içine düştük lan biz?'' diye söylendi. İşler git gide daha da karmaşık bir hal alırken çözülmesi gereken meselelerin çoğalması canımı sıkmaya başlamıştı. Bu işin içerisinde farklı bir şey vardı. Şeytanı bile önünde diz çöktüren bir adamın neyin peşinde olduğunu anlamak çokta kolay olmayacaktı.

''Şimdi bunları bir kenara bırakalım. Nasıl olsa düşünecek çok zamanımız olacak. Ben sana yiyecek bir şeyler getireyim, sonra da dinlen'' diyip ayaklandığım sırada kolumdan tutup durdurdu. ''Hiç iştahım yok, boşuna zahmet etme'' Anlayışa tebessüm edip kapıya doğru yöneldim. ''İki senedir uykudaydın. Hatta iki seneden daha fazla bir süredir. Yemek yemeyi özlemiş olman lazım'' Bir şey demesine izin vermeden odadan çıktım. Hakan o sırada merdivenlerden çıkıyordu. Beni görünce yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi.

'' Sol kulağım çınlamaktan neredeyse patlayacaktı'' dedi, gülümsemeye devam ederken. ''Dedikodu kazanının dibini tutturmuşsunuzdur herhalde'' Kendince eğlenmeye çalışıyordu gerizekalı ama sakin olup karşılık vermedim.

''Şimdiden anlaşalım. Anlaştığımızı unutma! Sen çocuğun üzerine gitmeyeceksin ben de sen ne dersen onu yapacağım.''

''Bakıyorum da daha okulunu bitirmeden avukatlık damarların kabarmış senin. Ne o, kendini içerideki o züppeye mi adadın?'' Gerçek yüzü o gülüşlerinin hemen arkasında gizli olduğundan birden ortaya çıktı ve gözlerine o lanet ifadeyi yerleştirdi.

''Anlaşma anlaşmadır'' dedim, onun gibi gözlerimi nefret bürürken.

''Ortalığı karıştırmadığın sürece ikinize de bulaşmaya niyetim yok. Uslu olun o bana yeter'' Sırtımı sıvazladıktan sonra yanımdan çekip gitti. Tamam, bunu istediğim için söylemiyorum ama bana âşık olduğunu söylediği halde böyle davranması garip del miydi? Yani bunca şeyden sonra beni ele geçirmişken etrafımda dönüp durması gerekmiyor muydu? Böylesi tabii ki de işime geliyordu fakat yine de garip giden bir şeyler vardı.

Düşünmeye devam ederek mutfağa girdiğimde üç tane takım elbiseli adamın masada yemek yediğini gördüm. Beni görünce biraz garip oldular ama onlar orda hiç yokmuş gibi buzdolabının yanına gittim. İçi tıka basa dolu olan dolaptan lazım olan malzemeleri çıkarıp tezgâhın üzerine koydum.

''Bana seslenseydin, ben ne istersen hazırlardım'' diye bir kadın sesi duyunca arkamı döndüm. Doktor Duygu...

''Kendim hazırlamak istiyorum. Siz kendi işinize bakabilirsiniz'' dedim resmi bir ses tonuyla.

''Benim işim sizsiniz zaten, Derin Hanım'' diyerek o da resmileşti.

''Herhangi bir sağlık problemim olursa size gelirim Duygu Hanım fakat bırakın da kendi yemeğimi kendim yapayım.'' İnadımı kıramayacağını anlayınca sessiz kalıp geri çekildi. Gidiyor oluşunu fark edince arkamı döndüm. '' Bu arada...'' Sakince bana doğru dönünce elimdeki bıçakla oturan adamları işaret ettim. '' Birini gönderin ve elektrikli bir tekerlekli sandalye aldırın. Ayrıca ben ve Deniz için bu kata bir oda hazırlanmasını istiyorum. Hazır olduğunda biri iki kişi gönderip Deniz'i aşağıya indirirseniz sevinirim.'' Adamlar başlarını sallayarak tamam derken Doktor Duygu bir süre yüzüme öylece baktı ardından peki Derin Hanım diyerek mutfaktan çıktı. Bundan sonra hepsine takınacağım tavır bu olacaktı. Çünkü birisiyle en ufak samimiyetim planların temeline çekiç vurmak olurdu.

''Bir süre uğraştıktan sonra hazırladığım yemeği tabaklara koyup yukarı kata çıktım. Odaya girdiğimde Rain Deniz'in kucağındaydı ve kafasını onun göğsüne yaslamış sessizce duruyordu.

''Çok güzel bir köpeğin var'' dedi, Rain'in sırtını okşarken. Rain ise bundan dolayı mest olmuştu. ''Şaşırdım doğrusu. Bu kadar çabuk kaynaşacağınızı düşünmemiştim'' diyerek gülümsedim. Rain'i yataktan indirip tepsiyi kucağına koyduğumda gözlerini kapatıp yemeklerin üzerinde tüten dumanı ciğerlerine çekti. ''Bayağı hamaratsın anlaşılan''

''Yemek yapmayı severim'' diyerek tatmasını bekledim. Yemekleri tattığında da beğendiğini söyleyince yine gülümsedim. Nasıl oluyordu bilmiyordum ama bir şekilde hala yüzümdeki kaslar gülümseyebilmek için komut alabiliyordu beynimden. Bunca şeye rağmen... Ne kadar içten ya da ne kadar mutluluktan orasını tartışılırdı ama gülümseyebiliyordum işte.

''Sevdiğin adam...'' Bir sürelik sessizliğin ardından birden böyle lafa girince afallamadan edemedim. '' O nasıl öldü?'' Bunu değil kelimelere dökmek zihnimde döndürmek bile bana katlanılamayacak kadar büyük bir yükken ona anlatacak olmak çok zordu.

''Zorlama kendini, anlatmak zorunda değilsin''

''Sorun değil'' diyip biraz durdum. Vücudumdaki bütün kan yüzüme akın ediyor gibi hissediyordum. ''Kaçırıldığım gün Hakan'a tek başıma yakalanmıştım fakat Uygar ne olur ne olmaz diye telefonuma bir çip taktırmıştı. Bu sayede daha olayın olduğu yerdeyken beni buldu. ''Uygar?'' diye araya girince sevdiğim adam diye karşılık verdim.

GÖLGE - VADEWhere stories live. Discover now