2. BÖLÜM

4.9K 218 42
                                    

                                                                                 2. BÖLÜM
Eveet! ''Geç olsun güç olmasın'' temalı bölüm. İlk bölüme göre kısa ama olsun, üçüncü bölüm gelecek ne de olsa...
  (Bu arada medyadaki yeni kadrolu elemanımız Deniz.)

''Neler daha ağırdır sırtımızda acılarımız ya da anılarımız mı?'' Ne zaman okuduğumu dahi hatırlamadığım bir kitabın sayfaları arasında saklı olan bu dizeler dakikalardır içimde büyük bir fırtınanın sebebi oluyordu. Düşünüyordum. Beni en çok yaralayan neydi bu hayatta? Anılarım mı yoksa acılarım mı? Karar vermek zordu. Çünkü her ikisini de öne sürebilecek kadar çok şey yaşamıştım şu son birkaç yıl içerisinde. Verilebilecek tek cevap vardı sanırım. Her geçen gün birer acıya dönüşmekte olan anılarım...
Yaşandığı anlarda mutluluk veren o dakikalar şu günlerde ciğerlerimdeki nefesi tüketen zehirli birer gazdı. Düşündükçe mutlu olacağımı sandığım günler gözlerimin önünde canlandığı anda tarifi imkânsız bir acı peyda oluyordu içimde. Sanki birisi içimde ihmalkârlıktan ulumuş bir yaranın üzerine avuç dolusu tuz basıyormuş gibi hissediyordum.

Acıların anıların yanında bir de gördüğüm kâbusun gazabına uğruyordum. Hala aklımda çıkmıyordu o anlar. Kan kaybedişim, Uygar'ın gelmesi ile iyileşmem, ardından Uygar'ın yaralanması ve onu karların arasından bir türlü kurtaramamam... Sonuçsuz kalan çabalarımın kurbanı olduğunu düşündükçe delirmemek için kendimi zor tutuyordum. Yok olacağı anda bile bana bir çıkış kapısı gösterip öyle gitmesini hatırladıkça kahrolmamam mümkün değildi. Benim yüzümden demekten kendimi alıkoyamıyordum. Kollarının arasındayken gerçekten var olduğumu, bu dünyada güzel şeylerin her şeye rağmen var olduğunu hissettiğim adam hissettirdikleriyle beni baş başa bırakmıştı. Tam da o rüyada olduğum yerdeydim şimdi. Bir yanım hırçın dalgaların esiri olan bir okyanus diğer yanım kızgın güneşin esiri olan bir çöl... Ortada bir yerlerdeyim. İki tarafta mahşere açılan kapı... Hayır, ne acılar ne de anılar ağır bir yük sırtımda. Asıl yük, her saniye alıp verdiğim nefes bundan sonra.

''Neden hala uyanmadı?'' Dün Hakan'la yaptığımız anlaşmadan beri adının Deniz olduğunu öğrendiğim genç adamın başında bekliyordum. İlaç vermeyi kesmişlerdi ama hala bir yaşam belirtisi göstermemişti.

''Aldığı ilaçlar çok ağırdı. Hemen uyanmasını bekleme'' dedi, Doktor Duygu. ''Sen odana geç biraz dinlen. O uyandığında ben gelir sana söylerim'' Oturduğum koltukta biraz doğruldum ve yatağın kenarına uzattığım ayaklarımı yere indirdim. Bu hareketliliğim yüzünden kucağımda uyuyan Rain birden uyanıp havlamaya başladı. Doktor bu ani çıkıştan korkup birkaç saniye daha oyalandıktan sonra odadan çıktı. Rain'in sesi kesilince saatlerdir izlediğim yabancıya geri çevirdim gözlerimi. Komada geçirdiği süre boyunca bayağı kilo kaybetmiş olduğu hemen anlaşılıyordu. Buna rağmen uzun boylu ve geniş omuzluydu. Kemikli yüz hatları bana birini hatırlatıyordu ama çıkaramıyordum bir türlü. Hakan'a göre onunla kader ortağıydım. Israrlarıma rağmen bunun nedenini söylememişti ama dünden beri kafamda milyonlarca senaryo kurmuştum. Sanırım ''kader ortağı'' olmamızın ilk belirtisi ikimizin de hayatına Hakan'ın girmiş olmasıydı. Hikâyesi neydi çok merak ediyordum.

''Bir an önce uyansan iyi edersin. Almamız gereken bir intikam var ve ben daha fazla beklemek istemiyorum'' diye sessizce konuştuğum sırada odanın kapısı açıldı ve elinde bir tepsiyle Hakan içeri girdi.

''Annene sana iyi bakacağıma dair söz verdim. O yüzden ye hadi şunları'' Ondan ne kadar tiksinsem de yaptığımız anlaşmayı ilk günden bozduğumu düşünmesini istemediğimden normal bakışlarla yüzüne baktım. ''Annem mi?'' diye sordum Rain'i kucağımdan indirirken.
''Evet, annen'' dedi o da kısaca. Tüm bu olanların yanında kafa yormam gereken bir diğer mesele de bu anne konusuydu. O telefon konuşmasından sonra kafam allak bullak olmuştu. Bu yüzden ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum.

Ayaklarımı yatağın kenarına uzatıp tepsiyi kucağıma aldım. Yemekler güzel görünüyordu ama kokularını aldığım anda midem kasıldı. Yine de kendimi zorlayıp ağzıma bir çatal aldım. Dikkatle beni izlediğinin farkındaydım fakat göz teması kurmamaya çalışıyordum.

''Annene o kadar çok benziyorsun ki...'' İstemeyerek de olsa başımı kaldırıp baktım. Tuhaf bakıyordu. Gözlerinin içinde görüntüsüne tamamen tezat bir huzur vardı sanki.

''Genelde babama benzediğimi söylerler'' dedi ben de umursamaz bir tavırla. Ardından tabağımdakilere döndüm. ''Hayır'' diyip gülümsedi. ''Gözlerin tıpkı annenin gözleri gibi... Sonra saçların, gülüşün, sinirlendiğinde kaşlarını çatarak bakman...'' Derin bir iç çekip pencereden tarafa çevirdi bakışlarını. Bende sıktığım dişlerimi gevşetip içimden kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ayrıca tamamen yanılıyordu. Çevremizdeki herkes beni babama benzetirdi. Hem annemin gözleri kahverengiydi benim gözlerim mavi... Aptal adam neresini benzettiyse artık!

''Şu an seni en çok ne mutlu ederdi?'' Aniden yönelttiği soru bir anda duraksamama neden olurken ağzımdaki lokmayı yutup acıyla gülümsedim. ''Rain'i biraz daha vahşi yetiştirmiş olmak'' diye mırıldandım. Söylediğim şeye bir anlam verememiş gibi yüzüme bakmaya devam ettiği sırada gözlerimi devirdim. ''Senin yanında olmaktan daha çok ne mutlu edebilir ki beni?'' Yapmacık sevimliliğime karşı yüzünde garip bir ifade oluştu.

''Çok komiksin, sevimli şeytan! Gören duyan da yirmi dört saat içinde bana ölüp bitmeye başladığını sanır.''

''Öyle olması işine gelmez mi?'' diye sorduğumda yüzünü ekşiterek ayağa kalktı. ''Asi, ne yapacağı belli olmayan hallerine alışmışken sevgi böceği olmana katlanamam. Sen en iyisi özüne dön küçük hanım. Anlaşma öyle de geçerli olabilir'' Dengesiz birisi oluğumu çok iyi bilen ve benden yüz kat daha dengesiz olan biriyle resmen kafa tokuşturan iki boğa gibiydik. O da ben de boynuzlarımızı birbirimize saplamak için fırsat kolluyorduk her an. Yine de ona katlanacaktım. Her şeye rağmen bunu yapabilirdim. Çünkü yolun sonunda istediğime ulaşacaktım.

''Emredersiniz patron!'' Sahte bir ciddiyetle konuşup tepsiyi uzattım. Benimle anlaşma yaptığına pişman olacağının sinyallerini veren bir iç çekişin ardından tepsiyi alıp odadan çıktı. Sessizce arkasından yağdırdığım küfürleri yüzüne söylemeyi o kadar çok isterdim ki...

Sessiz bekleyişim hala devam ediyordu. Yemek yediğim için mi bilmiyorum, üzerime bir ağırlık çökmüştü birden. Gözkapaklarım git gide ağırlaşıyordu. Uykuya büyük bir savaş açıp direnmeye çalışıyordum. Deniz adındaki bu çocuğu uyanana kadar beklemeye kararlıydım. Hoş, konuşup konuşmayacağını bile bilmiyordum. Belki de çoktan hafızasını kaybetmişti ve uyandığında adını bile bilmeyecek bir halde olabilirdi. İşim biraz da şansa kalmıştı yani. Bu da beni fazlasıyla geriyordu.

Güneşin son demleri odayı aydınlatırken Deniz'in kaşlarının çatıldığını fark ettim. İlk önce ben öyle gördüm sandım fakat hemen doğrulup yüzüne doğru eğildiğimde bunun gerçek olduğunu anladım. Kalbim bir anda hızla çarpmaya başladığında ne yapacağımı şaşırıp yatağın kenarına oturdum. Kaşları tekrar çatıldı ve ardından yutkundu. Onun bu küçük refleksleri beni fazlasıyla heyecanlandırırken birinin odaya doğru geldiğini duydum. Fakat tüm dikkatim yataktaki çocuğun üzerine toplanmıştı. Gözümü bile kırpmadan yüzünü inceliyordum. Neden bu kadar heyecanlandığımı anlamasam da ikinci bir defa yutkunup gözlerini araladığında istemsizce yüzüme bir gülümseme yayıldı. O benim buradan çıkış biletim olabilirdi.

Gözleri birkaç saniye bir şeye odaklanamasa da göz göze geldiğimizde tekrar yüzünü buruşturdu ve yavaşça ciğerlerine hava doldurup öksürdü.

''Nerdeyim ben?'' Onca zamandır konuşmamasına rağmen sesi gayet iyi çıkıyordu. ''Sakin ol, güvendesin'' Bu söylediğim şeye kendim bile inanmazken açılan kapının sesiyle arkama döndüm.

''Uyandı mı?'' diye şaşkın bir şekilde sordu doktor. Sadece başımı sallayıp tekrar Deniz'e döndüm. ''Kim olduğunu hatırlıyor musun? Adın ne?'' Telaşım sesime de yansıyordu. Eğer hafıza kaybı yaşıyorsa bu planlarımı suya düşürürdü.

''Deniz'' dedi zar zor nefes alırken. ''Adım Deniz'' Derin bir nefes alıp rahatlarken oturduğum yerden kalktım. Doktor da elindeki ışık ile Deniz'in gözlerine bakıp kalp atışlarını dinledikten sonra geri çekildi. ''Şu an için bir sorun görünmüyor. Ben Hakan Bey'e haber verip geliyorum'' diyerek odadan çıktı. Hala ne olduğunu anlamamış bir şekilde bana bakan çocuğun yanına tekrar oturup gülümsedim.

''Sen kimsin? Neredeyiz?'' Kalkmaya çalışır gibi oldu ama engel olup yatmaya devam etmesi için omuzlarından tuttum.

''Öncelikle sakin ol. Adım Derin. Sanırım resmi olarak ikimiz de kaçırılmış bulunuyoruz'' Söylediklerim karşısında kaşları daha da çatılırken benim heyecanım yavaştan diniyordu.

''Kim kaçırdı, niye kaçırdı? Doğrulmama yardım et!'' Henüz sakat kaldığını bilmiyordu bence. Ben de nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum bu yüzden bir şey demeden omuzlarından tuttum ve yastığını dikleştirip biraz da olsa oturmasına yardımcı oldum.

''Ne zamandır uyuyorum ben? Ayaklarım uyuşmuş'' Kelimeler kesik kesik çıkıyordu ağzından. Öksürükleri konuşmasına engel oluyordu. Sorduğu soruların cevaplarını vermek istemiyordum şu an açıkçası. Çünkü ters tepip krize girebilir ve kötü bir şey olabilirdi.

''Biraz kendini toparla sonra her şeyi anlatacağım, tamam mı?''

''İyiyim ben, anlat!''

''İyi değilsin. Bak, ısrar etme! İki yıldır komada olan bir insan için şu an kendine fazla bile yükleniyorsun.'' Düzensizce inip kalkan göğsü bir anda kaskatı kesildi ve soluk mavi gözlerini gözlerime kenetledi. ''Ne dedin sen?'' Daha birkaç gün önce komadan uyanan biri olarak komadan yeni uyanmış birine nasıl destek olacağımı bilmiyordum. Ben uyandığımda çok sakin kalabilmişim gibi bir de çocuktan sakin olmasını istiyordum.

''Sonunda uyandın demek'' Benim bir şey dememe fırsat kalmadan Hakan'ın sesi odayı doldurunca çocuğun gözleri kocaman oldu. Yüzünde bir anda öyle bir nefret yer edindi ki yanından kalkmam gerektiğini hissettim.

''Dünyaya yeniden hoş geldiniz, Deniz Bey'' diyip yatağın ayakucunda dikilmeye başladığında çocuğun gözleri adeta zift gibi karanlık bir hal aldı. Felç olduğunu bilmesem bir kaplan gibi Hakan'ın üzerine atlayacağını düşünebileceğim kadar kontrolsüz bakıyordu.

''Senin ne işin var lan burada, şerefsiz it!'' Sesini yükseltmeye çalışsa da zayıflayan bünyesi buna müsaade etmedi ve öksürmeye çalıştı. Yerinden kalkmaya çalıştığı sırada Doktor Duygu'dan önce atılıp omuzlarından tuttum.

''Boşuna çırpınma. Bacakların olmadan tasladığın şu yiğitlik gürültü kirliliğinden başka bir şey değil'' Aynı benim ilk uyandığım anlardaki sakinliği ile onu da delirtmeye çalışıyordu şu an. Beni de körüklediğinin farkında değildi ama.

''Hakan, yeter!'' diyerek araya girince sustu ve bakışlarını bana çevirdi.

''Annem nerde? Söyle puşt herif!'' Hala ellerimin altında çırpınmaya devam ediyordu. O sırada Hakan bir anda bir kahkaha patlattı. Duygu geçişleri o kadar keskindi ki başka biri olsa bu hallerinden korkardı.

''Anneni mi özledin sen? Kıyamam!'' Gülmeyi bırakıp başıyla doktora dışarı çıkmasını işaret etti. Kadın dışarı çıktığı sırada bakışları beni buldu. ''Madem uyanmasını bu kadar çok istiyordun al, uğraş dur bakalım'' diyip o da kapıya yöneldi. Bu sırada ellerimin altındaki gergin vücudun sahibi daha önce duymadığım küfürleri arkasından bağırıp çağırmasına rağmen hiçbir fayda etmedi ve odada tek kaldık.

''Sakin olur musun?'' diye bağırdığım sırada omuzlarındaki ellerimi çekip yanına oturdum. Hırsından ve öfkesinden kıpkırmızı olmuştu. Daha ne olduğunu bile anlamadan burnu kanamaya başlayınca ne yapacağımı şaşırıp oturduğum yerden fırladım. Tamam, kesin beyin kanaması geçiriyor ve simdi ellerimin altında ölecek diye endişeye kapılıp çekmecelerin birinden bir sargı bezi çıkarıp burnuna tampon yapmaya başladım. Saniyeler içerisinde üstü başı kan olmuştu ama ellerimi burnundan geçmeden öylece beklemeye devam ediyordum.

''Ölme lütfen, ölme'' diye kendi kendime konuşurken ellerini ellerimin üzerine koyup tamamen kanla kaplanan bezleri tuttu.

''Ölmüyorum, sakin ol!'' diyince de ellerimi çekip sakinleşmeye çalıştım. O da biraz sakinleşmişe benziyordu. Nefes alış verişleri düzene binmiş gibiydi.

''Kimsin sen? Bu orospu çocuğuyla ne işin var senin?'' Bana geçmişin tatsız anlarından kesitler sunan kanlı ellerime bakmaya devam ederken nereden başlayacağımı bilemeyerek iç çektim. '' Dedim ya, seni de beni de kaçırdı o pislik. Hadi beni saplantılı derecede aşık olduğu için kaçırdı, seni ne için kaçırdı orasını hala anlamadım'' İkimizde anlamsız gözlerle birbirimize baktık. Nasıl bir kaosun içine düştüğünü anlamaya çalışır gibi bir süre bekledi. Birden patlamasından endişeleniyordum. Onun da yaşadıkları az uz şeyler değildi bence. Koskoca iki yıl boyunca bir odanın içerisinde tutulduğuna göre ciddi şeyler yaşamış olmalıydı.

İkimizin de sessizliğe büründüğü saniyelerde üzerindeki çarşafı çekiştirip kenara attı. Ardından öne doğru uzanıp bacaklarını ve ayaklarını sıkarak kontrol etti. O an yüzünde oluşan ifadeyi görünce boğazıma kocaman bir yumru oturdu.

''Allah kahretsin!'' diye fısıldayıp yüzünü avuçlarının içine aldı. Şu anda onu hiçbir şeyin teselli etmeyeceğini biliyordum ama bir şekilde de ona destek olmak istiyordum.

''Şu an ne desem senin için bir anlam ifade etmeyecek, biliyorum'' diye söze girdiğim sırada hızla. ''Hiçbir şey söyleme tamam mı? Kapa çeneni! Teselliye ya da desteğe ihtiyacım yok.'' Sesi şimdi daha gür çıkıyordu. Acısı her geçen saniye katlanıyordu çünkü.

''Seni anlıyorum ama böyle davranmak hiçbir şey için çözüm değil'' Histerik bir kahkaha atıp iki eliyle eşofmanının diz kısmını avuçlayıp bacaklarını kaldırmaya çalıştı.

''Bak şunlara! Benimle dalga mı geçiyorsun sen? Neyi anladığını sanıyorsun, ha? On altı yaşında vurulup komaya giriyorum ve on sekiz yaşında uyanıyorum. Üstelik kötürüm olarak...'' Normalde olsa tartışmaya girerdim fakat onu gerçekten anlıyordum. Bu yüzden bağırıp çağırmasına göz yumup sessiz kaldım ve yataktan kalkıp yan taraftaki tekli koltuğa oturdum. Bir boğa gibi burnundan soluyordu. Hayatın sırtına indirdiği darbelerle üzerine yıkılan hayatının altında eziliyordu şu an o da. Hakan galiba haklıydı. Gözlerinin içine baktıkça kendimi gördüğüm bu genç adam kader ortağımdı.

''Sözümü kesmeden beni dinleyebilecek kadar sakinleştin mi?'' diye sakin bir şekilde sordum. Birkaç dakikadır yüzü avuçlarının arasında öylece duruyordu. Benim konuşmamla birlikte başını yavaşça kaldırıp bana baktı.

''Saçma sapan teselliler vereceksen çeneni hiç açma'' Söylediğine aldırış etmeyip koltuğu yatağa biraz daha yaklaştırıp bağdaş kurdum. ''Keşke senin yerine iki yıl boyunca ben komada kalsaymışım. En azından bunca şeye şahit olmazdım'' Söylediklerim karşısında yüzündeki asık ifade değişmedi.

''Kafayı mı yedin sen?''

''Sözümü kesme'' diyerek susturdum onu. Durumu bir an önce izah edip aramızda bir bağ oluşturmalıydım.

''Ben de on altı yaşındayken tanıştım Hakan'la. Çok geçmeden beni kaçırıp tam iki hafta boyunca elinde tuttu. Yaptıklarına hiç girmiyorum bile! Sonra bir şekilde elinden kurtuldum ve aradan iki yıl geçti. Ailem bir cinayete kurban gitti. Annem babam ve ablam... Üçü de acımasızca öldürüldü. Bu olayın arkasında kim olduğunu araştırdığım sırada bil bakalım kim tekrar peşime düştü? Hakan. Tehditler, şantajlar, evime girmeler derken tekrar hayatımı mahvetmeye başladı. Ailemi öldürdüğünü itiraf etti. Sırf bana ulaşma hırsı yüzünden birçok insanı öldürdü. Onun yüzünden ben de katıl oldum. Ve son olarak da sevdiğim adamın ölümüne yol açıp beni dizlerinin dibine zincirlemeyi başardı.'' Elimin tersiyle çabucak yanaklarımı kurulayıp derin bir nefes aldım. Yüzündeki ifade değişmişti. Üzülmüş gibi bir hali vardı.

''Şimdi söyle bakalım. Seni benden iyi kim anlayabilir?'' Bir an dudakları aralandı ama konuşmadı. Sonra sessizce birkaç küfür edip pencereden tarafa çevirdi kafasını.

GÖLGE - VADEWhere stories live. Discover now