13. BÖLÜM

3.1K 147 32
                                    

   Medyada Çağla var. Acaba neler oluyor? (Magazine gerek yok yahu okuyun en iyisi :D)

Hadi iyi okumalar canlar!


''Sonuç olarak, Metin amca?'' diye sorduğumda elindeki kâğıtları inceleyen doktora baktım. Bir süre daha kâğıtlara baktıktan sonra derin bir nefes alıp verdi ve Deniz'e bakarak gülümsedi. ''Sonuç olarak, yürümesi mümkün. Evet, biraz zaman alacak ama eski sağlığına kavuşmaması gibi bir durum söz konusu değil.'' Duyduklarımın verdiği rahatlık ile ben de derin bir nefes aldım ve gülümseyerek Deniz'e baktım. O da bana bakıyordu. Gözlerinde parıldayan umuda şahit olabilmek şu an için dünyanın en güzel şeyiydi.

''Beni kırmayıp geldiğin ve Deniz'i muayene ettiğin için çok teşekkür ederim Metin amca.''

''Ne demek Derinciğim. Bilirsin, baban benim çok değerli bir dostumdu. Senin ricanı nasıl geri çevirebilirdim?'' Babamın bahsi açılınca Uygar'ın da Deniz'in de yüzü kaskatı kesilse de Metin amcanın bir şey anlamaması için ben sakin kalmaya çalışıp gülümsemeye devam ettim.

''Tekrar teşekkür ederim,'' diyerek elimi Deniz'in dizine koydum ve sıkıca tuttum. ''Peki ya tedavi? Ne zaman başlar?''

''İzmir'de bu konuda size yardımcı olabilecek çok başarılı arkadaşlarım var. Sizi onlara yönlendireceğim. Tedaviyi en kısa sürede başlatırlar. Ben de İstanbul'dan takipte kalırım.''

''Peki, o zaman biz iznini isteyelim,'' diyip ayağa kalktığımda Uygar da ayağa kalktı. Hepimiz Metin amca ile tokalaştıktan sonra dışarı çıktık. Deniz önden ilerlemeye başlarken Uygar elini belime sarıp yürümeye öyle devam etti. ''Biraz daha iyi misin?'' diye sorduğunda dönüp gülümseyerek başımı salladım. ''Her şeyin böylesine yolunda gittiğini görmek garip geliyor hâlâ ama hiç olmadığım kadar iyiyim, merak etme.''

Her şey yolunda. Gerçekten de günlerdir her şey yolundaydı. Emre hastaneden sağ salim çıkmıştı, Duygu ablayı kızının yanına içimiz rahat bir şekilde göndermiştik, günlerdir Çağla'dan hala haber yoktu ve yaptıklarından sonra bir daha karşımıza çıkmayacağı düşüncesinde olduğumuz için içimiz rahattı, Little Man'i iyi olduğumuza ikna edip İstanbul'a geri göndermiştik, dahası az önce Deniz'in yürüyebileceğini öğrenmiştik. Gerçekten eskiden olduğu gibi hayat tam tıkırındaydı. Evet, hâlâ öz annem ile göz göze gelmeye bile çekiniyordum ve konuşulması gereken, çözülmesi gereken sorunlardan köşe bucak kaçıyordum ama içimdeki nefretin sadece babama yönelik olduğundan artık emin olduğum için onunla aramdaki ilişkinin yoluna girebilmesini zamana bırakmayı seçmiştim. Hatta Uygar da bu konuda beni zorlamayacağına söz vermişti. Kısacası Çoğu şey artık geride kalmıştı ve biz yaşadığımız yıkımlarım enkazı altından çıkıp elimizden geldiğince onarıma başlamıştık.

''Sizi eve bıraktıktan sonra şirkete geçmem gerek. Biraz işlerim var'' diyerek kırmızı ışıkta durdu Uygar. O sırada Deniz'le konuştuğum için önüme dönüp tamam der gibi başımı salladım.

''Sana da böyle zahmet veriyoruz birader. Hakkın ödenmez.'' Deniz'in sesindeki mahcubiyet bir an için yutkunmama engel oldu. Annem konusunda ne kadar çekingen kalsam da Deniz'in kardeşim olduğunu kabullenmem konusunda da bir o kadar rahat olmuştum. Kan bağı mevzusundan mıydı bilemiyordum ama kardeş olduğumuzu öğrenmek beni mutlu dahi etmişti.

''Lafı bile olmaz. Böyle şeyleri düşünme sen. İyileşmene bak.''

''Eyvallah'' diyip bana bakınca gözlerinin içine dalıp gittim. Kendime hâlâ inanamıyordum. Gerçekten benziyorduk. Ve ben onca zaman aynı evin içinde bunu nasıl fark edememiştim anlamıyordum. Göz renklerimiz, saç renklerimiz, mimiklerimiz, hatta ellerimizin yapısı bile birbirine benziyordu. O zaman hiç bu gözle bakmamış olmama veriyordum bu körlüğümü. İhtimal verememiş olmama... Ama şimdi bakınca ve benzediğimizi gördükçe mutlu oluyordum. Hakan'ın yaşattığı saçmalıklar olmasaydı belki de hiçbir zaman hayatıma dair gerçekleri öğrenemeyecekken o iblisin bana böyle bir iyiliğinin de dokunduğunu inkâr edemiyordum.

Uygar Deniz'i arabadan indirdikten sonra geri arabaya binip gittiğinde bizi kapıda karşılayan Zeynep ablayı öpüp içeri girdim. İçeriden gelen çocuk sesleri bir süredir aşina olduğumuz sesler olduğundan Gizem ve Derin'e hayranlıkla bakıp kendimi koltuğa bıraktım. Çok bir şey yapmamıştık dışarı da ama yorgun ve uykusuzdum.

''Aç mısınız? Size bir şeyler hazırlayayım mı? Fırından keki yeni çıkardım, getireyim mi biraz?'' diye konuşurken çoktan mutfağa yönelmişti Zeynep abla. ''Aç değilim ama keke hayır demem Zeynep abla.'' Deniz kekin kokusunu almak için derin bir nefes alınca ''ben de hayır demem'' diyip koltuğa yayıldım.

''Anne bak, köpek koşuyor,'' diye bağırıp kahkaha atmaya başlayan küçük Derin hepimizin dikkatini kendine çekerken başımı doğrultup Rain'e baktım. Gizem ve Derin'in arasında bir sağa bir sola koşturuyordu ve bu ikisini de keyiften dört köşe edip neşeli kahkahalar atmalarını sağlıyordu. Asıl bakmak istediğim solumda, tekli koltukta oturan annemdi ama bakarsam ve göz göze gelirsem ne yaparım diye düşündüğümden dönemiyordum.

''Deniz, doktor ne dedi oğlum?''

''Derin anlatsın anne, benim mutfağa gitmem gerek'' diyerek hızlı bir geçiştirme ile sandalyesini çevirdi ve sadece benim görebileceğim bir açıdayken göz kırpıp sinsice gülümseyerek mutfağa yöneldi. Uygar annem konusunda anlayışlı olacağını söylemişti lakin Deniz hâlâ ikimiz için bir şeyler yapma konusunda ısrarcı davranıyordu.

Tamamen gözden kaybolduğunda sakince soluma dönüp baktım. O zaten meraklı gözlerle bana bakıyordu. Ne diyeceğimi, nereden başlayacağımı bilemeyip saçlarımı düzelttim ve ellerimi kucağımda birleştirip gözlerinin içine bakmaya çalıştım. ''Yürüyebilecekmiş. Meşakkatli bir tedavi süreci olacak dedi doktor ama eninde sonunda ayağa kalkabilecek.'' Hala yaşanılanların izini silip atamayan gözleri gülümsemesi ile kısıldı. Solgun yüzündeki o rahat ifade ve elini kalbinin üzerine koyarak iç çekişi bana garip bir şekilde hoş gelirken onu incelediğimi fark etmesinden korkarak gözlerimi kırpıştırdım ve önüme döndüm. O ise ben daha ne olduğunu bile anlayamadan oturduğu yerden kalktı ve yanıma oturup bir anda kucağımda kenetli duran ellerimi sıkıca tuttu. Sanki bacaklarımın üzerine pimi çekilmiş bir bomba bırakılmış gibi donup kalırken yüzündeki gülümseme biraz daha genişledi.

''Biliyorum. Varlığım seni hala rahatsız ediyor. Bunun farkındayım. Bir şeyleri yoluna sokmak istesem de elimden bir şey gelmiyor ama senden tek bir isteğim var kızım. Beni annen olarak kabul et ya da etme. Kararına saygı duyarım. Ama kardeşlerini sev olur mu? Senden tek isteğim bu. Birbirinize sahip çıkın, yol gösterin, birbirinizi her zaman sevin. İşte ben o zaman çok mutlu bir anne olurum.'' Sesi titremeye başladığında ellerinin altındaki ellerimin titremesine engel olamadım. Dolan gözlerinden gözlerimi alamıyordum ama tek kelime dahi de edemiyordum. Onu annem olarak görmüyor değildim ama içimde kendime bile itiraf etmeye çekindiğim bunca şey varken bunu dile getirmekten korkuyordum. Bir şey kaybetmezdim ya da dünyanın sonu gelmezdi söylersem ama bu konuda kendimi dünyanın en korkak insanı ilan etmekten çekinmiyordum.

''Ben... Merak etmeyin. Derin'i de Deniz'i de tahmin edebileceğinizden daha çok seviyorum. İkisinin iyiliği için her şeyi yapmaya hazırım ben.'' Ellerimi yavaşça ellerinin altından çekip tekrar saçlarımı düzelttim. Kelimelerim dilimin ucunda koca bir yığın oluşturmuş bekliyordu. Ha gayret, diyordu içimden bir ses. Söyleyebilirsin...

''Ayrıca,'' dedim, bir anda. Cümleyi nasıl devam ettirmem gerektiğini bile bilmeden içimdeki sese uyunca hızlanan kalp atışlarım paniklememe sebep oldu. ''Ayrıca,'' diye tekrar edip yutkundum. ''Sizden nefret etmediğimi bilmenizi istiyorum. Bu konuşmayı belki de daha önce yapmam gerekirdi ama beni anlayacağınızı umuyorum.'' Karşımdakinin öz annem olmasına rağmen böylesine resmi konuşuyor olmak tuhaf gelse de bu bile devasa bir girişimdi benim için. Cesaretim yıkılmadan devam etmem gerekti.

''Hiçbirimizin yaşadığı şeyler kolay değil. Hele benimkiler hiç değil. Yaşadıklarımın yanında bir de öğrendiklerim benim için altından kolay kalkılacak şeyler değil siz de biliyorsunuz. Ama hiçbir şey imkânsız da değil, biz bunu gördük. Bu yüzden sizden biraz zaman istiyorum. Zamanla bu konunun da hallolacağına dair inancım var.'' Sürekli zihnimde dönüp duran konuşmayı sonunda yapmış olmanın verdiği rahatlık ile kendimi içten içe tebrik ederken sessizce akan gözyaşlarını silmesini izledim.

''Ben on altı yıl senin yaşadığını bilmeden yaşadım. Yaşadığını öğrendiğimde ise sana kavuşmayı, bana anne demeni hayal ederek sabırla bekledim. Tam on dokuz yılımız heba oldu. Ama olsun, ben on dokuz yıl daha beklerim. Siz gözümün önünde mutlu ve huzurlu olduğunuz sürece ben hep umutla yaşarım, beklerim.'' O an gözlerinde gerçekten içindeki umudun parıldadığını görünce kalbimin üzerinde ister istemez bir ağırlı oluştu. Ne cevap vereceğimi bilemeyip etrafa bakınmaya başladığım sırada mutfak kapısının kenarında gizlice bizi izlemeye çalışan Zeynep abla ve Deniz'le göz göze geldik. Bu onları panikletirken ikisi de doğrulup salona doğru yürümeye başladı.

''Ellerine sağlık Zeynep abla. Çok güzel görünüyor kekler,'' diyerek hem sessizliği bozdu hem de durumu kurtarmaya çalıştı Deniz. Ben de içinde bulunduğum atmosferden kurtulmuş olmanın verdiği rahatlık ile önüme döndüm. Zeynep ablanın uzattığı tepsiden tabağı aldığım sırada yan tarafım boşaldı ve tekrar eski yerine oturduğunu görünce önüme bakmaya devam ettim.

''Derin?''

''Hı?'' diyerek bakışlarımı tabaktan Deniz'e çevirdim. Elindeki çatalı tabağının kenarına sürterken benimle göz teması kurmamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. ''Bir sorun mu var?'' diye sorunca yüzüme baktı.

''Sorup canını sıkmak istemiyorum aslında ama merak işte.''

''Sorun değil, sor hadi.'' Sanki bunu dememi bekliyormuş gibi tabağını sehpaya bırakıp sandalyesini bana doğru yaklaştırdı. ''Derin'in adını değiştirmek istiyorsun ya hani, peki ya soyadı? Hakan'ın soyadı mı kalacak? Bu çocuk büyüdüğünde illa ki soyadlarımızın farklı olmasını sorgulayacak. Böylece Hakan'ı araştıracak. Bana kalırsa soyadını da değiştirmek lazım.'' Bu da ilgilenilmesi gereken bir diğer konuydu. Deniz'in hastane işini sorunsuzca atlatmışken bir an önce bu konuya da el atmam gerektiğini biliyordum.

Deniz haklıydı. Kaderinde büyük bir leke gibi o soyadı taşımasına izin veremezdim. Hâlâ yaşı küçükken onu bu yükten kurtarmalıydım. İleride Hakan'a dair bir şey hatırlamayacak kadar küçük olması hepimiz için bir avantajken ona dair ufacık bir iz bile bırakmamalıydık. Hele ki soyadını hiç...

''Duyduğum gerçeklerden sonra Ilgaz soyadını taşımak bana bile ağır gelse de onun da soyadının Ilgaz olması hepimiz için en iyisi olur. Hoş, Hakan gibi bir babadan kurtulması için bizim babamızı babası bilmesi pek bir şey değiştirmeyecek ama... Neyse.'' Herkesin yüz ifadesi anında değişse de içimde dile getirmek istediğim nefretimi susturamıyordum. Hayran olduğum babamdan bir gün bu kadar nefret edeceğimi, ona kin duyacağımı söyleseler güler geçerdim belki de ama durum şu anda tam da buydu. İçimde Hakan'a olan nefretimin biriktiği köşeler boşalırken bu boşlukları her geçen gün babama duyduğum öfke ve nefret dolduruyordu. Annemin öz annem olmadığı gerçeğini benden saklamış olması ise ona karşı sadece büyük bir hayal kırıklığı olarak çöküyordu omuzlarıma.

''Ben de kızlık soyadımı almayı düşünüyorum.'' Sıktığım dişlerim, duyduğum ürkek ses ile gevşerken soluma döndüm. ''Bir ömür Hakan'ın soyadıyla yaşayamam,'' diye devam etti. Bu onun en doğal hakkıydı. Mecburiyetten yapılmış bir evlilikti sonuçta bu. Biz ilk başta her ne kadar öyle olduğunu düşünmesek de öyleydi. Onun da bu yükten kurtulması gerekiyordu.

''Akşam Uygar geldiğinde konuyu ona açarız. Tanıdığı avukatlarla görüşür, en kısa sürede bu konuyu halletmeye çalışırız.'' Sessizce başını tamam der gibi sallayınca içimde yine bir kıpırtı oldu. Yüzüne her baktığımda oluyordu bu. İlk günlerde bunun olması beni telaşlandırsa da şu an bir kabulleniş aşamasında olduğumu bildiğimden yadırgamıyordum.

''Ben yemeğe kadar dinlensem iyi olacak.'' Herkeste bir sessizlik oluşmasını fırsat bilerek ayağa kalktım. Ya uyumak ya da kitap okumak diye geçirdim içimden. İkisinden birisi rahatlamak için iş görebilirdi şu an için.

Merdivenleri çıkıp odanın önüne geldiğim sırada uyumakta karar kılmışken Gizem'in odasından sesler geldiğini duyunca adımlarım ister istemez o tarafa yöneldi. Aşağıda olmadığını bile fark etmemişken odada kiminle konuştuğunu merak edip sessizce kapıya doğru eğildim.

''Derin ablalar neden seninle konuşmama kızsın ki? Sen onların arkadaşısın sonuçta. Üstelik beni de çok seviyorsun... Tamam, bir süre daha gizli kalmalı, anladım... Peki, söylemeyeceğim...'' Fısıltılarının arasından seçebildiğim cümleler kapının pervazında donup kalmama neden olurken ne yapacağımı bilemeyip kendimi odanın içerisine attım. Telefonun diğer ucundakinin Çağla oluşundan şüphem yoktu. Bunca zamandır kimseyle iletişime geçmezken Gizem ile görüşüyor olması kanımı dondurmaya yetmişti.

Birden odaya girmem Gizem'i korkutup paniğe kapılmasına neden olurken bakışlarımın garipliğini sezmiş olacak ki telefonu hemen kapatıp yatağa oturdu. ''Kiminle konuşuyordun tatlım?'' Onu ürküttüğümü fark etmem birkaç saniyemi alsa da hemen normale dönmeye çalıştım. Yüzümdeki bocalayan gülümsemem onu yine de rahatlatmamıştı. Hâlâ bakışları tedirgindi.

''Hiç, okuldan bir arkadaşım.'' Çağla için yalan söyleyecek kadar samimi olabileceklerini düşündükçe içim kavrulmaya başlasa da sakince yanına gidip oturdum. Elimi saçlarında nazikçe gezdirmeye başladığımda yine gülümsemeye çalışıyordum. ''Şu an yalan söylediğini ikimiz de biliyoruz küçük hanım. Benden çekinmemen gerektiğini de biliyoruz. O yüzden senden gerçeği duymak istiyorum.'' Mahcup bir şekilde başını önüne eğdi ve tamam diyip elleriyle oynamaya başladı.

''O zaman söyle bakalım. Çağla ile mi konuşuyordun?'' Gözleri birden kocaman oldu. ''Nereden bildin, Derin abla?''

''Ben bilirim,'' diyip göz kırptım. Şu an kendimi avını ürkütmemeye çalışan avcı gibi hissediyordum. Vücudum soğuk terler dökse de sempatik tavırların Gizem'in dilini çözeceğini umuyordum. ''Peki, bir soru daha. Ne zamandır Çağla ablan seninle görüşüyor?'' Bir an duraksadı. Gözlerini kaçırmaya çalışsa da çenesini tutup onu bana bakmaya zorladım. ''Derin abla, söylemeyeceğime söz vermiştim.''

''Güzelim, Çağla bizim arkadaşımız. Bunu sen de biliyorsun. Hem kızılacak ya da korkmana neden olacak bir şey yok ortada. Anlat sen hadi. En başından...'' Ellerini avuçlarımın arasına aldığımda gözü yatağının üzerindeki telefonuna kayar gibi oldu sonra iç çekip bana baktı. ''İki yıldır.''

''İki mi?'' diye duyduğuma inanamıyormuş gibi abartılı bir tepki verince yerinden sıçradı. ''Nasıl yani? İki yıldır nasıl konuşuyorsunuz?''

''Birkaç ay önce bana telefon alındığından beri telefonla konuşuyoruz ama ondan öncesinde de arada sırada okuluma geliyordu. Bana, sen benim küçük sırdaşımsın bu yüzden seni görmek bana iyi geliyor, diyordu. Görüştüğümüzün bir sır olarak kalmasını, bana olan sevgisinin ikimizin sırrı olmasını istedi. Ben de ağabeyimin arkadaşı olduğu için tamam dedim. Sonra beni ziyaret etmeye devam etti. Hediyeler aldı. Sen gittiğin zamandan beri de telefondan görüşüyoruz sadece.'' Onun olağan bir şeymiş gibi bahsettiği şey benim kafamın içerisinde tehlike çanları gibi durmadan çalıyordu. Belli etmemeye çalışsam da bakışlarımdaki tedirginliğin beni ele verdiğini bakışlarından anlıyordum.

''Derin abla sorun ne? Yoksa bilmeden kötü bir şey mi yaptım ben?''

''Hayır, bir sorun yok. Hem niye olsun ki canım? Ben sadece bunca zaman bunu gizlemiş olmana şaşırdım.''

''Bana güvendiğini ve söylemeyeceğimi bildiğini söylemişti. Bu yüzden güvenini sarsmak istemedim.'' Bu küçük yaşında bu kadar ince düşünebiliyor olması çok güzeldi ama işin iç yüzünü bilmediği için bu durum onda ''gizli sırdaş oyunu'' gibi bir şeyi ifade ediyordu.

''Sana ne anlattı bu iki yılda? Bana biraz bahsedebilir misin?'' Olur der gibi başını salladı. ''Aslında çok önemli şeyler değil. Genellikle sohbet ederdik. Zaten geldiği zaman çok değil en fazla yarım saat kalırdı yanımda.'' Anlaşılan Çağla ona ablası olduğundan bahsetmemişti. Onca zaman görüşüp söylememiş olması garipti aslında ama ben de ağzımdan bir şey kaçırmamak için susmak zorundaydım.

''O zaman ikimizin küçük sırrı da bu olsun olur mu? Çağla'ya bugün konuştuklarımızdan bahsetme. Üzülmesini istemem çünkü. Seninle çok güzel bir bağ kurmuş anlaşılan. Bunun devam etmesinde hiçbir sakınca yok.'' Böyle konuşuyor olmam dakikalardır tedirgin olan bakışlarının yerini rahat bir ifadeye bıraktı. ''Gerçekten mi?'' diye sordu. Yanağını sıkıp ''elbette'' diyerek zoraki gülümsedim. Şimdilik onu da Çağla'yı da kuşkulandıracak bir şey yapamazdım. Çağla'nın Gizem'e zarar vermesine neden olacak her şeyden kaçınmalıydım. Bu konuyu tek başıma halledemeyeceğimden Uygar ile konuşmalıydım.
''Tamam o zaman. Ortada bir sorun olmadığına göre ben odama gidiyorum.'' Yanından kalkıp odadan sakince çıktıktan sonra koşar adım Uygar'ın odasına girdim. Telefonu titreyen ellerimle kavramaya çalışarak Uygar'ı aradım.

''Efendim güzelim?''

''Bir sorunumuz var. Ve ben ne yapacağımı bilemediğim için seni aradım.'' Sesimdeki telaşın onu harekete geçirdiğini hissettim. Büyük ihtimal oturduğu yerden hızla ayağa kalkmıştı. ''Ben de hayatımızda ne eksik diyordum. Sorunlarmış.''

''Uygar, bırak şimdi dalga geçmeyi. Gerçekten büyük bir sorunla karşı karşıya olabiliriz.''

''Tamam, seni dinliyorum. Sorun ne?''

''Az önce Gizem'in telefonla gizli gizli konuştuğunu gördüm,'' dedim, sesimi biraz alçaltıp kapıdan uzaklaşarak. ''Bil bakalım kiminle konuşuyordu? Çağla ile.''

''Çağla mı?'' diye sordu az önceki ses tonundan daha ciddi bir tonla. ''Evet, Çağla'' diyip yatağa bıraktım kendimi. ''Biraz ağzını arayınca öyle şeyler anlattı ki ne yapacağımı şaşırdım... Çağla iki yıldır Gizem ile iletişim halindeymiş. Okuluna gidiyormuş, hediyeler alıyormuş ve bunların aralarında sır olarak kalmasını istediği için Gizem bu zamana kadar bu durumu bizden saklamış. Ben kaçırıldıktan sonra da sadece telefondan görüşmüşler. Sana dedim, Çağla başımıza bir iş açacak, Gizem'in peşini bırakmayacak, dedim.'' Telaşımdan yerimde duramayınca kalkıp odanın içini turlamaya başladım. Bu sırada Uygar'dan ses gelmiyordu. Sadece derin bir nefes alıp verdiğini duymuştum.

''Sakin ol. Çağla'yı bulup konuşacağım. Babasını benim öldürmediğimi zaten öğrendi. Ama Birkan'ın onunla bir daha olmayacağını öğrenince bir şeyler yapabilme ihtimalini düşünürsek... Tamam, ben halledeceğim. Sen sakin ol ve evdekilere bir şey belli etme. Kimse durduk yere telaşlanmasın.''

''Tamam,'' diyebildim sadece. Ardından telefonu kapatmasıyla geçip yatağa oturdum. Bunca yaşanılan şeyden sonra insanın kafasında kötü senaryolar kurması, bin bir çeşit felaketi göz önünde bulundurması pek garipsenecek bir şey değildi sanırım. Çünkü şu an tam da yaptığım şey buydu. Çağla'nın bir süredir gözden kaybolmasını kendini toparlamak ve kolunun iyileşmesini sağlamak için olduğunu düşünsem de bir bıçak gibi kendini bileyip felaket saçarak gelmesi de muhtemeldi. Aptal olmayan her insan onca yaptığı kötülükten sonra bu gruba tekrar giremeyeceğini tahmin edebilirdi. Çağla da Hakan kadar tehlikeli olmasa da kafası Hakan kadar çalışan biri olduğundan bunun farkına çoktan varmış olmalıydı.

''Ya Gizem'e zarar vermeye kalkışırsa,'' diye fısıldadım kendi kendime. İhtimali bile dengemi sarsarken böyle bir şey olursa dayanamazdım.

Kendime biraz çeki düzen verip geri aşağıya indim. Duvarlar üzerime gelmeye başlamıştı ve odada durmak nefesimi daraltıyordu. En azından Deniz ile sohbet edersem biraz kafam dağılır diye düşünüyordum.

''Derin? Rengin solmuş. Bir yerin mi ağrıyor yoksa?'' Elindeki telefondan başını kaldırır kaldırmaz bir sorun olduğunu anlaması kendimi iyi kamufle edemediğim için canımı daha da sıksa da başımı sağa sola salladım. ''İyiyim, bir sorun yok.'' Pek inanmadığı bakışlarından açıkça belli olunca anlatmadan duramayacağımı anlayıp sandalyesini hızlıca bahçeye doğru çevirdim ve bir şey demesine fırsat vermeden dışarı çıkarıp kapıyı kapattım.

''Vaziyet kötü anlaşılan. Anlat hadi,'' dedi kaşları çatılırken. Bir sandalye çekip tam karşısına otururken içeriden bizi izleyen iki çift meraklı gözü görmemeye çalıştım. ''Çağla,'' dedim yutkunarak. ''Yakın bir zamanda başımıza dert olacak gibi görünüyor. Ona canım sıkıldı.''

''Hakan'dan sonra nedense Çağla'yı pek gözümde büyütemiyorum ben. En fazla ne yapabilir ki? Hakan'ın başına gelenleri öğrendikten sonra nasıl bir girişimde bulunmaya cesaret edebilir sence?'' İşin bu tarafı da vardı elbette. Hakan'ın sonu ona bir dizgin olması gerekiyordu. Belki de bu güne kadar ortaya çıkamamasının sebebi de buydu. Herhangi bir girişiminde Hakan ile aynı akıbeti paylaşmak...

''Bilmiyorum. Yine de içinde engel olamadığım bir vesvese var. Hakan'ın da o kadar ileri gidebileceğini hayal etmezdik. Ama bir dön bak geriye. Neler yaşattı bunca insana. Çağla'nın da gözünün o kadar dönmeyeceği ne malum? Ben artık kimseden emin olamıyorum.'' Stresten salladığım bacaklarımı dizlerimin üzerine ellerini koyarak durdurdu. Dudakları gerilirken yüzümü avuçlarının içine aldı. ''Üç beş dakikalık da olsa senden büyük olduğum için ağabeylik taslamak istiyorum. İzin var mı?'' Avuçlarının arasında olsa da başımı yavaşça sallayınca sahte bir öksürükle boğazını temizledi.

''Bak, benim güzel kız kardeşim. Şu saatten sonra herkes her şeyin bilincinde olduğu için bir sorunla tek başına değil topluca mücadele edeceğimizi biliyorsun. Hem Uygar diyordun, kavuştun. Hakan'dan intikam almak istiyordun, hepimizin intikamını fazlasıyla aldın. Çizgi roman karakteri gibi efsaneleşmiş bir güce sahipken masalların yenilmeye doyamayan cadısından mı korkuyorsun?'' Sözlerinin yanında muzip surat ifadesi gülümsememe neden olunca yüzümdeki ellerini çekip arkasına yaslandı. ''Ha, şöyle! Günlerce bir odanın içinde yeterince ağladığına şahit oldum ben. Biraz da mutluluğuna şahit olmama izin ver.''

''Şu an neye kanaat getirdim biliyor musun?'' dedim ben de onun gibi arkamı yaslanırken. Neye, der gibi bakmaya başlayınca elimde olmadan güldüm. ''Şimdi böyleysen ayaklandığında seni düşünemiyorum. Uygar yetmezmiş gibi bir de ağabey çenesi çekeceğim anlaşılan.''

''Ne sandın? On dokuz yılın acısını çıkarmaya yemin ettim. Bir kardeşe yapılabilecek her işkenceyi yapacağım, hazırlıklı ol bence.'' Keyfi yüzündeki gülümsemeye öyle güzel yansıyordu ki söyledikleri sıkıntıdan çok eğlenceli geliyordu kulağa. Hayali bile güzeldi aslında.

''Kız arkadaşlarımın hayran olduğu bir ağabey... Asıl sen yandın Deniz. Sevgilinin katil bir görümcesi olacak, hatırlatırım'' diyip gülmeye başladığımda yüzündeki gülümseme anında dondu. Bu hali daha da gülmeme sebep olurken yüzünü buruşturdu. ''Kazdığım kuyuya mı düştüm az önce ben?'' diyip yutkundu.

''Eh, biraz öyle oldu sanki ağabeycim,'' diye kinayeli bir ses tonuyla konuşunca o da gülmeye başladı. Muzipliği Çağla'nın üzerimde yarattığı gerginliği alıp götürürken telefonumun sesi ile gülmeyi bıraktım. Uygar arıyordu.

''Ne oldu? Bir sorun mu var yoksa?''

''Sen iyice felaket tellalı olmuşsun ufaklık'' diye azarladı hemen. ''Bir sorun yok. Az önce Çağla'yı aradım. Bir süredir kafamı toparlamaya çalışıyordum, İzmir'e döndüm bu sabah, dedi. Yeniden Birkan'la bir araya gelmek, hepimizden özür dilemek istediğini söyleyince akşam herkesi bize çağırdım. Konuyu daha rahat konuşabilmek için Sen ve Deniz hariç evdeki herkesi Mustafa bu akşam dışarıya çıkaracak. Sen söylersin artık. Altı gibi gelir Mustafa. Yedi gibi de biz gelmiş oluruz.'' Söylediklerinde beni huzursuz edecek hiçbir şey olmadığından sakin bir şekilde Deniz' bakmayı sürdürdüm.

''Pekâlâ, akşam için hazırlık yaparım ben de biraz.''

''Çok abartma. Birkan'ın kimsede iştah bırakacağını sanmıyorum,'' diyince ister istemez yüzüm asıldı. Akşam görüşürüz, diyip telefonu kapatınca Deniz'e bakmaya devam ettim. Akşam her halükârda bir kriz yaşanacaktı. Birkan ne kadar belli etmemeye çalışsa da olayın olduğu günden bu yana bedenen aramızdaydı ama ruhen çok farklı bir boyuttaydı. Çağla'yı çok sevdiğini hepimiz biliyorduk. Yaşadığı yıkım ona gerçekten ağır gelmişti ve bu akşamki yüzleşmede günlerdir koruduğu sakinliğin altına süpürdüğü öfkesinin tozu dumana katacağı aşikârdı.

''Ne dedi?''

''Akşama evde küçük çağlı bir kriz yaşanacak, onun haberini verdi...''

Mustafa ağabeyin herkesi evden götürmesini bekledikten sonra bir saatlik zamanda hazırlayabildiğim kadar şey hazırlayıp bir köşeye oturarak Uygar'ı beklemeye başladım. Benim gerginliğim Deniz'i de gerse de sürekli sakin olmamı söyleyip duruyordu. Olamıyordum. Çağla'nın yaşanacaklardan sonra karakterinin iyice ters tepmesinden korkuyordum çünkü. Bu zamana kadar korktuğum ne varsa başıma gelmişken bu düşündüğümün olma ihtimali bile yerimde durdurmuyordu beni.

''Çatlayacağım. Kaç dakika var daha?''

''Derin sakin olur musun artık. Birazdan gelirler,'' demesine kalmadan kapı çalınca yerimden sıçradım. Koşar adım kapıya gidip açtığımda her biri asık olan suratları görünce canım daha çok sıkıldı. ''Hoş geldiniz,'' diyip geri çekildiğimde hepsi sessizce içeri girdi. Çağla'yı göremeyince diğerlerinin görmez tarafından Uygar'ı tutup kapıyı kapattım.

''Hani Çağla?'' diye fısıldadığımda ''yoldaymış'' dedi ve diğerlerinin peşinden yürümeye devam etti.

Her biri bir koltuğa otururken hala kimsede ses seda yoktu. Bunun tek sebebi ise Birkan'ın haliydi. Gözleri kan çanağı gibi olmuştu ve oturduğumuz kotluların arasında bir metreden fazla mesafe olmasına rağmen alkol kokusunu rahatça alıyordum. Sarhoş gibi görünmüyordu ama bakışlarındaki donukluk, solgun yüzü, ne kadar kötü durumda olduğunu göz önüne seriyordu.

Sessizce beklerken geçmek bilmeyen her bir saniye vücuduma diken gibi saplanırken duyduğum ikinci bir zil sesiyle yine yerimden sıçradım. Herkes birbirine anlık bir bakış atarken gözlerini sehpaya sabitlemiş olan Birkan'ın haline acıyarak bakıp kapıya koştum. Bu benim içinde büyük bir yüzleşme olacaktı aslında ama Birkan ve Gizem'in durumu şimdilik önceliğimizdi.

Kolundaki sargı çıkarılmış, en az Birkan kadar darmaduman bir halde gözlerimin içine baktı Çağla. ''Girebilir miyim?'' diye sakince sorduğunda elimle içeriyi gösterdim. Bir kolunu yanında sabit tutup diğer eliyle saçlarını düzleyerek salona yürümeye başladı. İkimiz de aynı anda salona girdiğimizde gözler Çağla'ya çevrildi fakat kimsede en ufak bir hareketlilik yoktu. Birkan ise hâlâ sehpayı izliyordu.

''Hoş geldin, geç otur,'' diyerek ilk konuşan Uygar oldu. Çağla sessizce geçip Birkan'a en yakın koltuğa oturdu. Ardından tekrar boğucu bir sessizlik...

''Kimse konuşmadığına göre sanırım benim bir yerden başlamam gerekiyor.'' Elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırırken bir yandan da tüm yaşadıklarımda parmağı olan bir insana karşı sakin kalmaya zorluyordum kendimi. Yine de dilimi tutamayacaktım.

''Yaptıklarının neresinden tutsak elimizde kalacak ama bence de sen bir yerden başla,'' diyip dişlerimi sıktım. Bu sırada Birkan gözlerini sehpadan yavaşça çekti ve hareket etmeden Çağla'ya baktı. Bir an kalkıp boğazına yapışacak sansam da öylece bakmayı sürdürdü.

''Anlat. Gerçekte kim olduğunu, şu zamana kadar hepimizi nasıl ayakta uyuttun, hepsini anlat. Dinlemek istiyorum.'' Birkan'ın sessizliğini bozması aslında sarhoş olduğunu da görmemi sağlamıştı. Kelimeler ağzında yuvarlanıyor, gözleri sürekli dalıp gidiyordu.

''Böyle olsun istemezdim, yemin ederim.''

''Çağla! Ya da adın her neyse. Belki adın konusunda da yalan söylemişsindir sen... Lafı gevelemeden anlat.''

''Peki, öyle yapacağım'' diyip yutkundu. O da benim gibi nereye bakacağını ne yapacağını şaşırmış bir haldeydi. Yine de yaptıklarını düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum.

''Ben, babam ölünce dünyam başıma yıkıldı. O zamanlar annem de yoktu yanımda ve her şeyim olan babamın bir anda ölmesi ile neye uğradığımı şaşırdım. O gün o evde babamı öldürenin Uygar olduğunu sandım. Yaşadığım ağır depresyonla, acıyla, intikam almaya karar verdim ve sizin aranıza girerek bunu yapabileceğimi düşündüm. Ama hesapta olmayan bir şeyle karşı karşıya kalınca da bocaladım. Sana âşık olmuştum Birkan. Yemin ederim nasıl olduğunu bile anlamamıştım ama âşık olmuştum.'' Konuşmasının sonuna doğru sesi titremeye başlarken Birkan'ın yüzünde alaycı bir ifade oluştu lakin tek kelime etmedi.

''Sonra,'' dedi Çağla sessizliği bölerek. ''Oturup düşündüm. Seni mi yoksa intikamı mı seçmeliydim diye çok düşündüm. Uygar'ın halini düşündüm. Benim yapabileceğimden çok daha fazlasını yaşamış gibi yaşıyordu hayatı zaten. Hali içler acısıydı yani. Bu da intikam meselesinde beni dizginleyen, sana olan aşkımı seçmemi sağlayan neden oldu zaten. Birkan yemin ederim ki sana olan sevgimin her anı gerçekti. Asla ama asla sana karşı bu konuda oynamadım.''

''İnanmamı bekliyor musun gerçekten? Bu kadar kötülüğü yapabilecek kadar zekân varken buna inanacağımı düşünecek kadar aptal olamazsın değil mi?'' Herkesin sessizliğini Birkan'ın gittikçe yükselen sesi bastırırken Uygar'ın gözlerinin içine baktım. Her an tetikte bekliyordu, benim gibi.

''Evet, sizden birçok şeyi gizledim, yalan söyledim ama bu gerçek, inan bana.''

''Kimin neye inanıp inanmayacağını boş ver de anlat'' diyerek araya giren bu sefer Aslı olunca gözler ona kaydı. En iyi arkadaşım dediği insanın böyle biri olduğunu görmek hassas bünyesine elbette ki ağır gelmişti.

''Aslı bari sen yapma. Birkan ile en ufak tartışmamızda bile hastalandığımı sen görüyordun. Nasıl olur da ona olan aşkımın yalan olduğunu düşünebilirsin?'' İlk defa Aslı'yı bu derece ciddi görüyordum. Bakışlarındaki öfkenin arkasına gizlediği kırgınlığını etrafa döküp saçmamak için resmen çaba sarf ediyordu. ''Anlat Çağla. Bize asıl seni, gerçeklerini anlat.''

Çağla'nın gözleri herkesin üzerinde tek tek gezindikten sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Başaramayacağını şu andan itibaren anlamış görünüyordu. ''Her şey güzel gidiyordu. İlk başlarda yani. Ben Birkan'la mutluydum, Gizem'in kardeşim olduğunu bildiğim için gidip onunla tanışmıştım ve istediğim zaman görmek için okuluna gidebiliyordum. Babamın intikamını bile unutmuştum çünkü Uygar her geçen gün daha da kötü bir hale bürünüyordu. Ta ki sen hayatımıza girene kadar,'' diyerek bana baktı. ''Sen geldikten sonra ne kadar göz ardı etmek istesem de olmadı. Uygar gözümün önünde her geçen gün iyileşmeye, kendine gelmeye başladı. Birkan'dan asla vazgeçemezdim ama Uygar'ın bu hali de gözüme batmaya başlamıştı. Yılbaşı gecesi tesadüfen telefonunu açmamla da Hakan ile tanıştım.

İlk görüşmemizde ona her şeyi anlattım ve ikimizin de işine yarayacak bir teklif sundu. Ben ona istediğini elde etmesinde yardım edecektim o da dolaylı yoldan Uygar'ın hayatını mahvetmek için bana yardım etmiş olacaktı.'' Birkan daha fazla dayanamayıp ayağa fırlarken bir an dengesini kaybetti ve yalpaladı. Doruk onu tutmak için ayağa kalktığında kolunu onun elinden kurtarıp salonun diğer ucuna doğru yürümeye başladı. Çağla bu çıkışından korkup oturduğu yere iyice sinerken gözleri çoktan dolmuştu.

''Biliyorum, adice ama Hakan'ın bu kadar ileri gidebileceğini asla bilemezdim. Hatta bir süre sonra yaptıklarının önünü alamayacağımı fark edince ona intikamdan vazgeçtiğimi söyledim. Bu sefer de beni tehdit etmeye başladı. Birkan'ın da başını belaya sokacağını, Gizem'in Derin ile aynı sonu yaşamasını isteyip istemediğimi söyleyip duruyordu. İş kontrolümden çıkmıştı ve resmen ona itaat etmeye zorunlu kılmıştı beni.''

''Ben masumum diyip ağla da tam olsun. Ne de olsa sahte gözyaşları dökmek senin için zor olmasa gerek'' Bağırışı tüm salonda yankılansa da tüm bu hırçınlığının Çağla'ya olan aşkından olduğunu hepimiz görebiliyorduk.

Çağla da dayanamayıp ayağa kalktığında Uygar'a doğru birkaç adım attı. ''Hani size yardım edersem Birkan'ın beni affedeceğini söylemiştin? Yaptığım hatadan dolayı affedilmemin imkânsız olmadığını, yeniden aranıza dönüp eskisi gibi olabileceğimiz ihtimalinin olduğunu söylemiştin'' diye bir anda bağırmaya başladı. Bu sefer Uygar'ın sakin bakışları renk değiştirmeye başlayınca ayağa kalkıp Çağla'nın kolunu tuttum ve geriye doğru çekmeye çalıştım.

''Geç otur şuraya. Bağırmakla bir yere varabileceğini mi sanıyorsun? Yaptıkların yenilir yutulur cinsten değilken, bu sakinliği bulduğuna şükretmen gerekirken bir de bağırıp çağırıyorsun. Şurada oturan herkesi bir kenara bırak. Ağzından tek kelime dahi çıkmasına izin vermeden Hakan'la aynı sonu yaşatmadıysam sana bunu bir şans olarak gör ve ona göre hareket et.'' Kelimelerim içimde bastırdığım öfkemin dili olurken nefes alış verişlerinin yavaşladığına şahit oldum. Ani çıkışım onu afallatmıştı. Hakan'ın akıbetini işitiyor olmaktan da olabilirdi bu sakinleşmenin sebebi bilemiyordum. Ama dediğimi yapıp yavaşça eski yerine geri oturdu.

''Aşkın için yalvarmayı sona sakla. Sadede gel'' diyip ben de yerime oturunca Birkan oturduğum koltuğun kenarına yaslanıp Çağla'ya bakmayı sürdürdü.

''Evin önünde o cesetleri gördüğümüz gün yaptıklarımdan pişman oldum ve bir şekilde görüşmeyi kesmeye çalıştım. Ama sen de biliyorsun ki Hakan'ın çemberine bir giren Hakan istemediği sürece oradan çıkamıyor. Ben de çakamadım. Ne dediyse Birkan ve Gizem için susup yaptım. İşleri giderek kötüleşiyordu ama engel olabilecek gücüm de yoktu. Sırf bu kadar insana ucu dokunuyor diye Uygar'ı kendim öldürüp konuyu kapatmak istesem de yapamayacağımı fark ettim. Birkan'ın yüzüne bakamazdım eğer yapsaydım. O anda da Birkan'a olan sevgim ağır geldi. Tam size bir şeylerden bahsedeceğim sırada artık zamanı geldiğini ve Derin'i alıp hayatımızdan tamamen çıkacağını söyledi. Öyle olmadı tabi. Beni yine kullanmaya, tehdit etmeye devam etti. Sonrasını da biliyorsunuz işte...''

Gözyaşlarını silip Birkan'a bakmaya başladı. Her birimiz Birkan'ın yüzündeki tiksinti dolu bakışları görebiliyorduk. Sakince Çağla'ya doğru yürürken bile aynı ifade vardı yüzünde. Çağla da o sırada tekrar ayağa kalkıp Birkan'ın tam karşısında durduğunda daha çok ağlamaya başladı. ''Bana bir şans ver. Yalvarıyorum Birkan. Senden başka kimsem yok benim. Yemin ediyorum sana olan duygularım yalan değ...'' Daha cümlesini bile bitirmesine fırsat vermeden Birkan'ın eli havaya kalktı ve biz bile ne olduğunu anlamadan sert bir tokat Çağla'nın yüzünde patladı. Herkes fazlasının olmasından korkup ani bir refleksle ayağa kalkarken Birkan bir kez daha elini havaya kaldırdı fakat Uygar bileğinden yakalayıp durdurdu.

''Senin boktan intikamın yüzünden ben hem Uygar'ı hem de Emre'yi kaybediyordum lan! Bir orospu çocuğunun köpeği olmaya değer miydi Çağla? Bunca şeyi yaşatmana değdi mi, söyle?'' Birkan yaşadıklarının yanında bir de alkolün etkisi altında olduğundan ağlamaya başlayınca Çağla hıçkırıklara boğuldu. Aslı bir kenara oturmuş ağlıyordu, Emre, Uygar ve Doruk, Birkan'ı dizginlemeye çalışıyordu, bense Çağla'yı kolundan tutmuş Birkan'ın gözyaşlarını izliyordum.

''Birkan, yapma böyle. Senin yanındayken nasılsam asıl ben oyum işte. Hatamı telafi etmeme izin ver. Beni böyle bırakma lütfen.'' Üç kişinin zor tuttuğu Birkan bir anda kendini silkti ve geriye doğru yürüyüp gülmeye başladı. Bunun arkasının kriz olduğunu elbette ki biliyordum. Çünkü gülüşü kahkahalara döndü, saçlarını çekiştirmeye başladı. Ve ardından tam da tahmin ettiğim gibi koltuğu tuttuğu gibi bağırıp kenara fırlattı. Hızını alamayıp sehpaya yöneldiğinde Uygar üzerine atıldı ve kolalarlında sıkıca tutmayı başardı.

''Uygar, bırak ağabey. Bırak bir şeylerden çıkarayım şu siniri yoksa katil olacağım, bırak,'' diye bağırdığında Uygar karşı çıkmayıp geri çekildi. Birkan sehpayı da devirirken Çağla şok üstüne şok yaşıyor ve her saniye çığlıkları hıçkırıklarına bulanıyordu. ''Allah belanı versin! Senin de seni seven benim de bin türlü belasını versin...''

Bir süre bağırıp çağırdı, etrafı dağıttı ve kimse buna engel olmadı. Çok geçmeden gerçekten de kendi kendine duruldu ve devirdiği koltuğun dibine kendi kendine çöktü. ''Allah belanı versin,'' diye fısıldayıp ağlamaya başlayınca Emre hızlı adımlarla yanına gidip başını tutarak kendine çekti.

''Seni buraya çağırma amacım aslında buydu,'' diyerek Çağla'ya yaklaşan bu sefer Uygar oldu. Söyledikleri Çağla'yı bir anlığına duraksatırken ikisi de Birkan'a bakıyordu.

''Birkan'ın içine attıklarını kusup rahatlamasını sağlamaktı. Senin de nelere sebep olduğunu görmeni sağlamaktı. Haklısın. Hakan'ın yaptığı gibi kullandım seni. Aslına bakarsan seni tekrar kabul edeceğimize inanacağını pek sanmıyordum ama boşluğun denk geldim herhalde. Ya da aptallığına mı demeliydim?'' Acıdan seğiren mimiklerinin yerini donuk bir surat ifadesi alırken ağlaması kesilmişti. Hatta öfkeleniyor gibi bir hali vardı.

''Bu oyunda Hakan kadar kaybeden biri varsa o da sensin Çağla. Birkan'ı da bizi de kaybettin. Hatta Gizem'i de. Ha, yeri gelmişken, Gizem'in etrafında seni görürsem, onu aradığını duyarsam şu an buradan çıkıp gitmene izin vereceğim gibi birilerinin seni yok etmesine de izin veririm.''

''Asla,'' dedi korkutucu derecede keskin bir ses tonuyla. ''Her şeye göz yumarım ama Gizem ile arama girmenize asla müsaade etmem. Duyuyor musun beni Uygar Atahan? O benim bu dünyadaki tek bağım. Bu bağı koparmaya değil senin tüm dünyanın bile gücü yetmez.''

''Benim yeter ama'' dediğimde ikisinin de birbirlerini ezen bakışlarının arasına balta gibi indi kelimelerim. ''Hakan'ın ipini çekmişken senin defterini düremeyeceğimi düşünmüyorsun değil mi?''

''Yapamazsın'' diye bağırdığında ruhsuz bir gülüş yansıdı yüzüme. ''Öyle bir yaparım ki... Gizem'in kılına zarar gelmesindense seni parça parça etmeyi yeğlerim. Yaparım bunu, gözümü dahi kırpmadan.'' Az önceki duygusallığı yönünü öfkeye çevirirken iki eliyle göğsümden hızla itti. Bu geriye sendelememe neden olurken Uygar'ın bir anda kolunu tutması ile o da geriye doğru sendeledi.

''Öyle mi Ilgaz? Peki, elinden geleni ardına koyma o zaman. Şu saatten sonra Uğruna savaşabileceğim bir aşkım kalmadıysa da bir kardeşim var. Onun için ölümü bile göze alırım. Buna şahit olmaya ne dersin?'' Delirmiş gibi bakıp bağırmaya başladığında Birkan geri ayağa kalktı ve Uygar'ı dahi önemsemeden Çağla'yı kolundan tuttuğu gibi hızlı adımlarla yürümeye başladı.

''Birkan, canımı acıtıyorsun. Bırak!'' Sözleri Birkan'ın öfkeden örülmüş zırhına işlemiyordu. Düşmemek için adımlarına ayak uydurarak peşinden sürükleniyordu.

''Daha fazla kimsenin hayatını mahvetmene izin vermeyeceğim. Ne Gizem'in ne de içeridekilerin. Def olup gideceksin, anladın mı? Yoksa ne Uygar ne Derin ne de bir başkası, ben öldürürüm seni? Duydun mu, ben...'' Kapıyı açıp Çağla'yı dışarı fırlattığında hepimiz arkasında durup ikisine baktık. Çağla az önce Birkan için döktüğü gözyaşlarını unutmuş, sanki karşısındaki uğruna hayatını mahvedecek kadar sevdiği adam değil de Hakanmış gibi bakmaya başlamıştı. Tam anlamıyla gözü dönmüş gibi görünüyordu.

''Unuttuğunuz bir şey var,'' dedi burnundan solurken. ''Hakan güçlüyse benim sayemde, ona verdiklerimle güçlüydü. Yani asıl korkmanız gereken o değil onu besleyen ben olmalıydım. Bana kalırsa da şu saatten sonra benden korkun da. Çünkü ne sizin ne de bir başkasının daha fazla canımı yakmasına müsaade etmeyeceğim. Hele ki sevdiğim adam tarafından her gün yıkılmaya asla tahammül etmeyeceğim. Gizem'i de sahip olmak istediğim mutluluğu da elde edeceğim. Er ya da geç göreceksiniz.

(Hooaayydaaa! dediğinizi duyar gibiyim ama naaapim, kaos benim işim :D Kızıl kafa seansı başlıyor, kemerleri bağlayın lütfen.) 

GÖLGE - VADEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin