Telefonu kapattığım da biraz önce yaşadığım huzur da yavaşça beni terk ediyordu. Kalıcılığı uzun sürmese de o an da hissettiğim şeyler çok net ve canlı bir şekilde her zaman hatırlayacağım kesindi.

Tekrardan kadınların olduğu tarafa gidip sandalyeme çöktüğüm de Nisa kulağıma eğilip Kur'an okunmasını kaçırdığımı fısıldadığında aslında öyle olmadığını ona söylemek yerine başka sefere artık diyerek geçiştirdim. Aynı zamanda da Hoca hanımın anlattıklarına kulak kabarttım.

'' ... Hanım kardeşlerim Rabbimizin ne bize ne de bizim yaptığımız ibadetlere ihtiyacı yok. Ama bizim ibadetlere ihtiyacımız var. Bizim Rabbimize ihtiyacımız var. Çünkü O'ndan başka gidecek bir kapımız yok. O'ndan başka medet umacak, dua edecek, isteyecek kimsemiz yok.

Peki bu kadar ihtiyacımız varken biz ne yapıyoruz. Nefsimizin elinde, gaflet içinde, tembellik yaparak debelenip duruyoruz. Gün içerisinde ibadet etmeyi unutan, Rabbini zikretmeyen, sonra yaparım diye geçiştiren kardeşlerim sizin ömrünüz sonsuz mu? Şuradan kalkmaya garantimiz var mı? Hiç ölmeyecekmiş gibi, kabirde sorguya çekilmeyecekmiş gibi yaşayanlar, neyinize güveniyorsunuz? Münker ve Nekir sorguya çekip namazını sorduğunda ne cevap vereceksiniz?

Nasıl vücudumuzun fizyolojik ihtiyaçları varsa; yemek yemek su içmek gibi ruhumuzun da ihtiyaçları var. Nasıl ki acıkınca yemek yiyerek karnını doyuruyorsan, ruhunu da ibadetle, namazla doyurmasınlar. Çünkü ruhun, kalbin gıdası ibadettir. Bazen diyoruz ya canım sıkılıyor, ruhum daralıyor. İşte o an ruhunun gıdaya ihtiyacı var, açlık alarmı veriyor. Kalbin Allah'ı anmak, O'nu zikretmek istiyor."

Hoca hanımın sesi, hitabeti o kadar etkiliydi ki oda da bulunan herkesi etkisi altına almıştı. Onlardan biri de bendim. Anlattığı her şeyi can kulağıyla dinlerken bedenimde bir ürperdi oluşmuş, sarsılmıştım. Hayatım boyunca bu konuları hiç düşünmemiştim. Veyahut düşünmem istenilmemişti. Ne benim ne de çevremdeki insanların yaşayış tarzı kesinlikle bu konulardan uzattı. Namazdan ruhun gıdası diye bahsediyordu. Oysa benim çevrem de ruhunu dinlendirmek için meditasyon yapan, klasik müzik dinleyen insanlar vardı. Bu kadının anlattığı çoğu şeye bu kadar yabancıyken kendimi, yaşayış tarzımı sorgulamaya itiyordu beni. Oysa başta babam ve babamın o aynı kendine benzeyen arkadaşları bu tip insanlardan uzak durulması gerekildiğini, düşüncelerinin geri kafalılığından bahsederdi. Hiçbir zaman onlara katılmamıştım ama bir kez de olsa neden namaz kıldıklarını, Kur'an da neler yazıldığını açıp okumamıştım da.

Düşündüğüm şeylerle başa çıkamayacağımı anladığım da onları kovup dikkatimi tekrardan hocaya verdim. "Amin" deyip ellerini açtığında herkes aynı şeyi yaparak ellerini almış hocanın ettiği duaya amin diyerek katılıyorlardı. Ben ise hiçbir şey yapmadan sadece onlara bakmakla yetindim.

***

Sohbet bittikten sonra Aslı, yorulduğunu, dinlenmek istediğini söyleyince ona odasına kadar eşlik ettim. Ardından aşağıya indiğim de mutfakta ikramlıkları hazırlamaya koyulan kafileye bende katılıp, onlara yardım ettim. Kadınlar tarafının dağıtıp işlemi bitince, aynı şekilde erkekler tarafı içinde ikramlıkları hazırlamış ve dağıtmak için Ömer, Nisa'nın nişanlısı benim mülakat gününde gördüğüm sarışın adam Ali ve arkadaşları olduğunu düşündüğüm başka bir kişiyle birlikte bu işi yapmışlardı.

Nihayet tüm bu kargaşa bittiğin de mutfakta Nisa ve Büşra ile oturmuş yemeklerimizi yiyorduk. Ben sarmalarımla aşk yaşarken bu arada Nisa da Büşra ile benim saatler öncesinde ayaküstü tanıştırmış olmasından dolayı şimdi daha açıklayıcı bir şekilde anlatıyordu.

Büşra hem Nisa'nın hem de Ömer'in çocukluk arkadaşıymış. Küçüklükten beri Nisa, Büşra ile dip dibe olmuş. Oldukça iyi anlaştıklarını zaten gördüğüm bu ikiliye bakarken, Büşra'yı da daha iyi gözlemleme fırsatım oldu. Boyu ya benimle aynı ya da benden bir iki santim daha uzun olan bu kızın beyaz bir teni, kahverengi iri gözleri, kıvrımlı ve dolgun kirpikleri, oldukça güzel bir burnu ile güzeldi. Üzerine giydiği elbise ince belini ortaya çıkarırken Nisa beni tanıtırken Aslı'yı gizleme gereği duymadan gerçekleri söylemişti. Oysa içerdekilerin çoğuna sadece arkadaşım diye tanıştırmıştı. Bu da demek oluyordu ki bu kız bu aileye oldukça yakındı. Tanışma faslında ikimizde tanıştığımıza memnun olduğumuzu söyleyip bu işi bitirdik.

Büşra Aslı'nın bugün aşağıya inmesine çok sevindiğini üzerine konuşma birkaç dakika yer edinirken ardından Nisa kadınlar tarafının çaylarını tazelemeye gittiğin de ikimizden hiç ses çıkmıyordu. Bu tuhaf durumu dağıtmak adına bir sohbet açma gayretiyle yüzüne baktığımda arkamda bir yere bakıp genişçe gülümsemişti. Merakla başımı çevirdiğim de karşımda Ömer vardı.

"Siz burada mı otuyordunuz?"

Ömer bunu beklemiyormuş gibi konuştuğunda Büşra hemen "İçeriden kaçtık." demişti. Bu ikisinin arasında bir şey mi vardı? Neden saniyeler öncesinde herhangi bir duygu beslemediğim şu kızın şimdi o gülen ağzının ortasına bir tane vurmak istiyordum?

"Nisa, nerede?"

"İçeriye çay götürdü. Bir şey lazımsa ben halledeyim."

Oturduğu yerden kalktığında kendimi onlar sadece arkadaş diye avutuyordum. Ömer bana olduğu kadar soğuk sert olmasa da yine de mesafesini koruyordu. Ama yine de bu ikisinin kafasını da duvara vurma isteğimi yok etmiyordu. Gerçekten şiddet yanlısı birisi asla değildim. Ve şuanda zihnimin derinliklerindeki en ilkel halimle başa çıkmaya çalışıyordum.

Aralarında geçen birkaç cümlenin ardından Ömer mutfaktan çıkmak için hareketlenirken tekrardan durmuş ve bakışlarını kaldırmadan (ki zaten mutfağa girdiğinden beri bir kez olsun ne benim ne de Büşra'nın yüzüne bakmıştı) konuşmaya başladı. Önce hiçbir şekilde üzerime alınmadan içimdeki ilkel Zeynep ile mücadelemi sürdürürken sonra ismimi duymamla bunu bana söylediğini idrak edebildim.

"Zeynep... sardığın sarmalardan kaldı mı?"

Sesi her ne kadar umursamaz, sanki çok da önemli değilmiş gibi bir tonlamayla çıkmış olsa da kalbimin buna pekte aldırış ettiği söylenemezdi doğrusu. Heyecanlandığımı belli etmemeye çalışarak gerçi bu ne kadar mümkünse "Var hala, ister misin?" dedim. "Şimdi istemiyorum ama ondan bana ayırır mısın?" dediğin eli saçlarına çıkmış, hala o umursamayan haliyle konuşuyordu. "Ayırım tabii." Cevabımı bile tam duymadan kendi söyleyeceklerini söyleyip çekip gitmişti. Her ne kadar bu tavırlarına sinir olsam da benim sardığım sarmalardan istemiş olması bu yanımı törpülüyordu.

Önüme döndüğüm de iri gözleri biraz daha irileşmiş ve kaşları çatılmış Büşra ile karşılaştım. Saniyeler içinde kendini toplayıp "Ömer sarmayı ayır diyorsa kesin ince sarmışsındır." Dedi. Bu bilgiyi biliyor olması onların çocukluk arkadaşı olmaları sebebiyle olduğunu düşünüyordum. Arkasında bir art niyet aramadığımdan sorusuna "Evet" demiştim ama Büşra hemen arkasına "Ömer aslında benim sardıklarımı çok sever ama işte benim yokluğumdan dolayı seninkiyle idare edecek." Sözleri beni beynimden vurdu. Bu sözlerle bana ne ima etmeye çalışıyordu? Bu sefer kaşları çatılan ben gülümseyen o olmuştu. Her ne kadar cevap vermek istesem de bunu hangi sıfatla yapacağımı bilmediğimden susmayı yeğlemiştim. Belki de bu konuda hiç konuşamayacak, o hakkı hiçbir zaman elde etmeyecektim. 

AYDINLIĞA HİCRETWhere stories live. Discover now