Bölüm 1: Yıkım

11.5K 671 54
                                    


#Aranda - Don't Wake Me#

Not: Yıkımın İzleri için bir tanıtım videosu hazırladım. Youtube'da 'Wattpad | Yıkımın İzleri Tanıtım #1' adıyla bulabileceğiniz gibi, giriş bölümü multimedyasında da bulabilirsiniz.

Yıkıma uğrayan her ruhun bir kurtarıcısı vardır.

Fakat bir azizin karakterini ve bir meleğin kanatları taşıyan bu varlıklar, yolculuk sırasında aşağılanır, bayağılaşır; düşmeye başlarlar ve kanatları kopar.

Kanatlarının koparılacağını bilerek eğildi yığılan bedenlerin başına, Levent. Geri çekilmesini söyleyen emir kalbinin üstüne kızgın bir demir basıyor, orayı yakarak karartıyordu. Şimdi kendisini bir kömüre çevirmek isteyen bu güç, bir zamanlar olmak istediği elmastı. Fakat o, kömüre dönüştüğü her saniyenin ardından kendisini yalnızca bir kül yığınına çevirecek iğrenç bir lanetin pençesindeydi. Elmasa dönüşmek, ancak hayal olabilirdi.

"Ne yapıyorsun?" Cevap gelmedi. "Bana itaatsizlik edemezsin!" diye devam etti bu sefer kaskatı kesilmiş ses. Söz konusu olan artık emirler değildi çünkü bu sefer karşı gelinen Erdinç Aydeniz'in ta kendisiydi.

Ölü doğan kadının yarasına, yaşatmak için bastırmaya başladı Levent. Daha fazla kan akamazdı. Daha fazla kanın akmasını istemiyordu. "Korkuyor." diye mırıldandı kendi korkusu da soluklarına karışırken. Bir eliyle de kurşunun çıkış yarasını bulmaya çalışıyordu. Büyük balık tarafından yenme korkusu gölgelerin ardına sığınmıştı çünkü kaybetme korkusu o kadar ağır basıyor ve adrenalin damarlarına o kadar yoğun pompalanıyordu ki o an çıplak ellerle bir hayvanı bile boğabilirdi. Ve aynı çıplak ellerle, bir kurşunu saplandığı etten de çıkarabilirdi. Efendisine baktı. "Onu korumamı istemiştiniz, değil mi? Ben de tam olarak bunu yapıyorum işte. Onu, sizden koruyorum."

Kurşunun çıkış yarasını buldu. Bu yara onun için çok fazla şey ifade ediyordu çünkü içeride kalsa daha fazla kanamaya sebep olacak bu kurşunun yarattığı tahribi, bu kadar yaralı bir beden onaramazdı.

Cebinden çıkardığı anahtarları yerde titreyen, belki de can çekişen bedene donmuş şekilde bakan Mirza'ya attı. Genç adam nefessiz kaldığı o dünyanın içinde o kadar boğuluyordu ki kâbusunun içinden sıyrılmayı başaramadı. Aynı şekilde göğsüne çarpıp yere düşen arabanın anahtarını da fark edememişti.

"Mirza!" diye bağırdı Levent. Yaranın üstüne bastırdığı ceketi kandan ıslanmaya başlamıştı. Ve rengi de siyahtan koyu kırmızıya, bu seferki zaferin acı rengine dönüşüyordu. "Kendine gel! Onu hastaneye yetiştirmemiz gerekiyor."

Transtan çıkan Mirza, anahtarları yerden hızlıca aldı; öyle ki yere sürtünen tırnakları aşınmıştı. Genç kızı korkudan titreyen kollarının arasına alırken Levent, Erdinç Bey'in yüzüne bir saniye bile bakmadı. Ve dur durak bilmeden Mirza'nın peşinden ilerledi, kendini depodan dışarı attı. Başta Erdinç Bey de olmak üzere şu an onu kimse durduramazdı.

Efkan'ın bedeni hâlâ yerde uzanıyordu fakat Nefes'in aksine onun bilinci henüz kapanma sınırına gelmemişti. Dudaklarında buruk bir gülümseme vardı. Eti çekiliyor, kurşunun etkisi damarlarını dağlayarak kat ediyordu ama kaskatı kesilen bedeni o buruk gülümsemeden başka tepki vermedi. Kurtuluşuna giden tek yol, Nefes'in, nefessiz kalmasından geçiyordu. Çünkü eğer o kurtulursa ve kendisinin kalıntıları sonsuza dek bu zeminin betonuna yapışırsa, bütün bunların hepsi bir hiç uğruna yaşanmış olurdu.

Koray'ı, kardeşini bir hiç uğruna terk etmiş olurdu.

Ve en çok da babasını.

"Kaldırın şunu!" diye bağırdığını duydu sesin. "Hastaneye götürün. Allah kahretsin!"

Toprağa damlayan kan damlalarını görmemiş gibi yapmaya devam ediyordu o sırada Levent. Hızla atılan adımlarının birbirine karışmaması için, bacaklarının onu taşıyabilecek güce sahip olması için hislerini zihnindeki hayaletlere emanet etmeliydi. "Sen onunla beraber arkaya geç," dedi Mirza'ya. "Kendinde değilsin. Arabayı ben kullanacağım."

Beden, yavaşça arabanın arkasına yerleştirildi. Göğsünden durmadan akan kanın önünü kesmeye çalıştı Mirza; canını acıtmak istemeyerek fakat yine de onu kurtaracaksa buna razı olarak, ıslak ceketi biraz daha bastırdı. Ve nabzının yavaş atışlarına karışan bir inleme saldı Nefes dudaklarından. Hareket halinde olan bir arabanın içinde olduğunu algılayamıyordu. Ağırlaşmış göz kapaklarını kaldırmaya, dünyasının geldiği hâli görmeye çalıştı ama gözleri ancak kırpıştı. Ve açılmamaya yemin etmiş gibi huzurla kapalı kaldı.

Yıkımı göremiyordu ve ilk defa kâbus görmekten korkmadan uyuyabilirdi.

Bu görüntü Mirza'nın zihninde dehşetle yankılandı ve, "Nefes!" diye bağırdı. Sesi, ses tellerini yararak yükseliyor, acıya bulanıyordu.

Sözcükler havada asılı kaldı. İntihar eden bir bedenin tavandan sallanan ipten öylece sarkması gibi uzadı, anlamsızlaştı. Yine de pes etmek için çok erkendi. (Gerçekten öyle miydi?) Kendine gelmesini isteyerek Nefes'i sarsmaya devam etti Mirza. Çenesinden tutup kendine baktırmaya çalıştı fakat ruhu zaten ağır gelen bu beden, artık kendini taşıyamıyordu. Ve genç adamın kollarının arasına iyiden iyiye yığıldı. Ölü birinin ağırlaşmış bedeni gibiydi kollarının arasında yer edinen. Soğuk ve ölüm kokuyordu.

Gözlerinden yaş, dudaklarından lanetler savruldu Mirza'nın. "Başarısız oldum!" diye feryat etti. Kan yüzüne hücum ediyordu. "Seni korumam gerekiyordu ve ben... Her şeyi mahvettim. Her şey mahvoldu. Parçalanıyorsun ve kahretsin ki ben hiçbir şey yapamıyorum!" Alnını alnına yaslayarak dualarla fısıldadı Nefes'e. Soluğu karıştı ölümün saçlarına. "Lütfen," diye yalvardı. "Kendini bu saatten sonra bir tek sen kurtarabilirsin. Lütfen."

"Sadece yarasına pansuman yapmaya devam et," dedi Levent, Mirza'yı kaybolduğu ağıtın içerisinden çekip çıkarmak ister gibi, bir abi merhametiyle müdahale ederek. "Çok yorgun. Hiçbir şeyi anlayacak durumda değil." Arabayı sürmeye devam ederken arkasını dönüp Mirza'nın dizlerine konmuş kızın başına, terden alnına yapışmış saçlarına baktı Levent. "Onu kurtaracağız," diye devam etti ve önüne döndüğü o kısa sürede arabanın hızını daha çok arttırdı. İnsanlar da arabanın altında kayan asfalt gibi sönüp gidiyordu. Ve bundan sonra olacaklar ancak ellerine bulaşmış, oradan da arabanın her yanına yapışmış kan izleri kadar umurundaydı.

Önce Nefes'i kurtarması hâlinde, sonra bunları temizlemek için bolca vakti olabilirdi.

Sadece bölümü atıp gitmeyi planlıyordum ama şu son yaşananlardan sonra söylemezsem içimde kalacak olan çok şey var. Boğazım düğüm düğüm. Öyle sahneler gördüm ki, kanım dondu. Savaş, çok başka bir şey arkadaşlar. Gördüklerim yüzeyde olan kısmın çok azı bile sayılmaz ama buna rağmen kemiklerim sızlıyormuş gibi hissediyorum. Etim çekiliyormuş gibi. Yerde yatan o beden benmişim, kardeşimmiş, abimmiş gibi.

Acının İzleri'nde de insanın içindeki karanlıktan, içlerinde yatan vahşetten yer yer bahsettim ama bu çok farklı. Bu gerçekten çok farklı.

Daha fazla konuşmak istemiyorum çünkü ne söylersem söyleyeyim yetersiz kalacakmış gibi hissediyorum. Ya da öyle bir konuşacağım ki... Her neyse, çok fazla olacak işte. Çok fazla.

Şu anlık sadece kayıplarımız için Allah'tan rahmet, ailelerine baş sağlığı dileyebiliyorum. Dikkatli olun ve lütfen kendinize çok iyi bakın.

Yıkımın İzleri (Ölü Doğanlar Serisi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin