"Yolculuğun nasıl geçti merak ettim. Sözde oraya sağ salim vardığında arayıp haberdar edecektin" diye alttan alta duyumsanan sitemini belirtti. Safir, hafifçe tebessüm edip adımlarını sonlandırdı.

"Biliyorum çok vefasız biriyim. Feribottan indiğimde arayacaktım, sıcak başımı döndürdü. Burada felaket bir hava var, burnumdan içeriye dolan sıcaklık en az kırk beş derece!"

"Haziran ayının ortalarındayız ne bekliyordun ki başka, olacak o kadar" dedi ve güldü. Gülüşü abartısız, orantılı ve anlayış içeriyordu.

Gözlerini deviren Safir, boştaki elini yelpaze gibi sallayıp bir fiske serinlik elde etmeyi denedi. Buharlaşıp gidecekmiş gibiydi, yazın artan sıcaklıktan memnuniyetsizdi. O genelde güz mevsimi severdi, dalından kopan sarı yaprakları, gökyüzünün sarındığı koyu sarı-gri rengi, güz yağmurlarının getirdiği mis toprak kokusunu.

"Beklentim birazcık yağmur serinliğiydi ama ne yapalım, misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş. İstanbul'dan ayrılmadan önce hava durumuna bakmayı akıl edemedim. Katlanacağız el mecbur"

"Safir" karşıdan duyulan ses de bir oktav karamsarlık, bir tutam mesnetsiz ukde işitti.

"Efendim Gökhan?"

"Bak beni yanlış anlamanı istemiyorum. Lakin hoş karşılanacağının bir teminatı yok, seni buyur edeceklerinden bile emin değilim. Sadece hazırlıklı olmanı istiyorum, kendinde o gücü bulamazsan kapılarını çalmadan geri dönmeni istiyorum. Aşırı üzüntü ve stres senin için hala tehlikeli, tetikte kalmalısın."

"Çekineceğim hiçbir şey yok. Ne ben onların yadigarını çalan bir hırsızım nede onlar benim düşmanım. Allah aşkına fazla abartmıyor musun?"

"Sadece senin için endişeleniyorum Safir"

"Endişe etmeyin yalvarırım. Ensemde annemin, babamın yersiz kaygılarını taşıyorum zaten, rica ediyorum bir de sen külfet yaratma. Kalbimi de kendimi de koruyabilecek dirayete sahibim, bir kez de bana inanmayı, sorgulamadan güvenmeyi seçin."

"Tamam, tamam sustum. Döndüğün zaman kontrole geleceksin unutma"

Safir istihza içeren bir edayla"Unutmak ne mümkün, seni ziyaret etmeyince işim hayra varmıyor Doktor civanım" diyerek takıldı.

Gökhan "Zırvalıkların bittiyse kapatıyorum. Başımı şişiriyorsun" diye çıkıştı.

Safir genişçe sırıtarak"Bilmukabele" dedi telefonu kapatmadan önce. Annesini aramak yükümlülüğü aklına çark ettiğinde buna benzemeyen, çetin ceviz bir konuşma sitkomu gerçekleştirecek takati bulamadı. O yüzden kısa tutarak, annesinin merak açlığını ve lüzumsuz endişesini söndürecek bir mesaj atmayı yeğledi.

"Bozcaada'dayım. Gece buradaki pansiyonlardan birinde konaklamayı düşünüyorum, işimi halleder etmez oyalanmadan geri döneceğim. Tasalanma lütfen, üstelik babamla bensiz keyifli bir gece geçirin!"

Türk mahallesi diye adlandırdıkları kıvrımlı sokaklar, eski ahşap evleriyle maziden kalma bir esinti gibiydi, hele ki Rum mahallesinin ortasında yer alan saat kulesi ile havaya nostaljik bir koku yayan bakımlı Rum Ortodoks Cemaatine ait Meryem Ana kilisesi Safir'in aklını başından alıp götürmüştü. Bozcaada küçük ve şirindi, bakır koyları, yanından geçip giden insanların nazik bakışları altında rahatlatıcı bir esans taşıyordu.

Gökhan'dan yalvar yakar aldığı adrese sonunda ulaşan Safir, böylesi cenneti aratmayan bir yerde yaşamanın ömrü uzatacağına kanaat getirdi. İstanbul'un sorumsuz ve tahammülsüz insan kalabalığına kıyasla Bozcaada, kuzey egede görünmez bir duvarın arkasına saklanmış vaziyetteydi.

AKKOR (Arş-ı Aşk) Kitap oldu!Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang