4. Bölüm

4.4K 370 38
                                    


Medya; Yalçın... Bölümü yorumsuz ve votesiz bırakmayalım lütfen. Keyifli okumalar canlar :)

7 ay sonra... Haziran 2016

Uçak fobisinden nefret ediyordu. Nedeniyse stresle baş edemiyor oluşuysa da gerçek sebebin altında yatan yükseklik korkusuydu.

Otobüsle gitmek daha meşakkatli bir yolculuk anlamına gelse de umursadığı söylenemezdi. Istanbul - Geyikli iskelesi arası yol mesafesi 400 km demekti, saat bazında 7 saatlik uzun, sarsıntısı yüksek bir çileydi.
Yolculuğun geri kalan kısmı feribotlarla kat ediliyordu.
Safir, mecburi katlandığı yedi saatlik otobüs yolculuğu boyunca güncesine bir kaç sayfa daha karalamış, Istanbul'daki bir Sahaf dükkanından aldığı ikinci ele benzemeyen aşırı yıpranmış ince kitabı bitirmekle oyalanmıştı.
Siyah harfler birbirinin üstüne binip,uzun eşek oynamaya başladığında gözlerini kapatıp uyumuştu.
Otobüs muavini varış yapacakları konuma geldiklerini işaret eder gibi omzuna dokunduğunda koltuğundan sıçrayarak, afallamış bir şekilde uyanmıştı.

Toy bir delikanlı olan muavinin sakalları henüz yeni yeni terlemişti veyahut köse sakal dedikleri cinsten muzdaripti.

"Kusura bakmayın hanımefendi, otobüs tamamen boşaldı sizin inmenizi bekliyoruz" dedi, biraz sıkılgan birazda bunalmış lakin terbiyeden ödün vermeyen bir naziklik ile.

Safir, algısının geri gelmesinin ardından "Ah, üzgünüm. Uzun yolculuklara alışık değilim, içim geçivermiş" dedi, artık onun şeklini birebir alan koltuktan doğrulurken. Boynu fena halde tutulmuş, bacaklarıysa hareketsizlikten uyuşmuştu.

Düşüncelerinin savrulduğu yer , tehlikenin kol gezdiği mayın tarlalarıydı. Tekinsiz bir adım atsa infilak edip ayağını kaybedecek, kan revan içinde parçalara ayrılacaktı. Dumansız gökyüzünde yıldızların saklandığı gerçeği gibi, yüreğinde baki kalan demli kışları atlatmak her yiğidin harcı değildi. Esrarengiz bir rüyanın elzem yorgunluğuyla düştüğü yollara sebat edişinin bir müdafaası yoktu, öncesinde nefes almadığı şehirlerin koylarına geliş niyeti zararsız bir iç çekmekten ibaretti.

Kalan yolun ulaşımı feribotlarla alınacaktı, Safir uzun yolculuklardan öncesinde nasibini almadığından olsa gerek huysuz ve bitkindi. Yanında getireceği çok bir şeyi de yoktu, alelacele sırt çantasına tıkıştığı iki tişört bir şort ve güncesinden başka alacak önemli bir eşya bulamamıştı. Fikrinde bir yada taş çatlasın iki gün sürecek bu seyahatte uzun uzadıya kalmayı planlamamıştı. Göğsünün ortasındaki solan dikiş izlerini dalgınca kaşıdı, iz tamamen kaybolmayacaktı maalesef ki. Kuruntu yapmıyordu zaten bu izi seviyordu, ona hediye edilen janjanlı paketin silinmeyecek en taze hatırasıydı ameliyat nüshası.

Feribottan indiğinde kasketli şapkasını başına geçirip, telefondaki kayıtlı adresi bir daha kontrol etti. İki satırlık şu yazı için aylarca bıkmadan usanmadan uğraşmış, dilinde tüy kalmayana, başvurmadığı duygu sömürüsü kalmayana dek cebelleşmişti. Şayet bu son görevi yerine getirmeden yeni hayatına başlamak gafletinde bulunsaydı, biliyordu ki her şey yanlış gidecek terslikler üst üste binecekti.

Bir söz vermişti. Ahirete intikal etmiş bir ruhun huzuru verdiği söze bağlıydı. Ölüler, geride bıraktıkları sayısız keşkeleri veyahut sonuca bağlanmamış yaşam uğraşlarıyla yattıkları yerde sonsuz uykularında aradıkları tinselliği kanıksayamazlardı. En azından Safir'in inancı bu yönde biçimleniyordu. Bitmemiş hesaplar, öteki tarafta bile sürebilirdi ona göre.

Bozcaada şehir ulaşımı dolmuşlar tarafından üstlenilmişti, en yakın durağı cadde kenarlarındaki konumlanmış ufak esnaflara danışarak halletti. Telefonu elinde caddenin karşısına geçerken çalmaya başlayan cihazı cevaplayıp kulağına götürdü. Arayan kişi Doktor Gökhan'dı, ince düşünceli, hastalarıyla dostane bir arkadaşlık kuran, gülümsemesi rahatlatıcı bir ışık saçan Gökhan.

AKKOR (Arş-ı Aşk) Kitap oldu!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin