"Benim için fark etmez." derken Jungkook'un ifadesiz suratına aynı ifadesizlik ve duygusuzlukla bakıyordum.

"Tamam o halde." dedi Jungkook o her zamanki tavrıyla.

"Benim için de fark etmez."

Yooseul, Jungkook'un yanında ayakta durduğunda gidip masadan rastgele bir sayfa aldım.

Üzerinde hangi bilim adamının adı vardı, bakmamıştım.

Kendimden emin bir şekilde kağıdı Jungkook'a uzattım.

Beyaz, yıpranmış kağıdın üzerinde Stephen Hawking'in adı yazılıydı.

Kağıdı alıp inceledi.

"Bu ne?"

"Araştıracağımız kişi."

Yooseul aradaki gerginliği bozmak istercesine kağıdı inceledikten sonra güldü.

"Aa! Bu adamı tanıyorum! Cidden komik birisi!"

Jungkook ve ben, mimiklerimizi hiç değiştirmeden birbirimize bakmaya devam ettik.

"Normal öğrenciler araştıracağı kişiye beraber karar verir." dedi.

"Öyle olması gerek aslında ama sen normal bir öğrenci değilsin." dedim.

Yooseul Jungkook'un cevap verme olasılığını azaltmak adına, kağıdı hızla elinden çekti.

"Tamam o halde anlaştınız! Gel, Kook. Biz GARAJ'a gidelim."

Bir garaja GARAJ gibi bir isim vermek kimin aklına gelirdi ki?! Okuldaki tüm o aptal kızların da düşündüğü gibi bu pek tabii inanılmaz havalıydı(?)...

İşte, Bangtan'ın yaratıcılığı diye düşündüm.

Jungkook başını salladığında Yooseul bana döndü.

"Suga pek iyi değil, onun yanına gitmemiz gerek."

"Açıklama yapmak zorunda değilsin." dedim düz bir sesle.

Tavrını hiç bozmadı.

Onlar odamdan çıkarken arkalarından yürüdüm, merdivenin başında durup baktım.

"Bir şeyler için çabalamadan gelmezsin umarım."

Bunu söylememden sonra Jungkook, sadece baktı.

Söylediğimi anladığından bile emin değildim. Babam onları kapıya kadar geçirirken hareketlerini izlemek dışında bir şey yapmadım.

"Arkadaşlarına veda etsene." dedi babam sevimli bir gülümsemeyle.

"Kapının yerini nasıl olsa gösterirsin, baba."

Bıkkın bir tavırla başımı öne doğru uzattım.

"Görüşürüz."

Söyleyecekleri samimiyetsiz şeyleri dinlemeden, merdivenlere yönelip odama çıkarken üzerimden bir yük kalkmış gibi hissediyordum.

Perşembe günü okula gitmemiştim. Tüm gün evde oturup,ders çalışıp belgesel izlemiş ve dünün üzerimde yarattığı iğrenç "insanlarla çok fazla iletişim kurdum" etkisini atmaya çalışmıştım.

Cuma günü, Tarih dersinde basit (ama öğretmenimiz Bayan Hye Shin'i etkileyecek kadar zekice) bir sunum yapmış ve sınıftakilerin bana bir kez daha iyi iş çıkarttın ezik der gibi bakmalarına neden olmuştum.

Cumartesi ve Pazar günleriyse, babam önemli bir şirket davasında olduğundan şehir dışına çıkmıştı. Bu yüzden Yooseul benimle kalıyordu. Eve saat on bir sularında gelmesi umrumda değildi.

Pazartesi gününe kadar, (ki belirtmek zorundayım ki cidden Jungkook'suz, sorunsuz ve sıradan dört gündü) ilginç hiçbir şey olmamıştı.

Bu tamamen sıradan olan beşinci günümü değiştiren şeyin adıysa, Minhyuk'tu.

Sabah her zamanki saatte otobüsten inip okula yürüdüğüm sırada birinci sınıf olduğu belli olan benimle aynı boylarda bir oğlan, çekingen tavırlarla yaklaşıp sessizce konuştu.

"Merhaba, buralardaki bir liseye gitmem gerekiyor yardımcı olabilir misiniz acaba?"

Aksanı oldukça tuhaftı ve kelimeleri yuvarlayarak söylemesi, buralı olmadığını düşünmeme neden olmuştu.

Diğer yandan aynı formayı giydiğimiz için bana bu soruyu sormuş olduğunu anlamış ve gülmüştüm.

"Tabii. Dong Kwong Lisesi'ne mi gideceksin?"

Elindeki ufak kağıda bakıp yeniden kafasını kaldırdı.

"Evet, evet oraya gideceğim."

"Ben de orada okuyorum. Benimle gelebilirsin."

Önden yürümeye başladığımda, arkamdan sessizce geleceğini düşünmüştüm ama hemen yanımda yürüyüp adımlarıma uyum sağlamaya çalıştı.

"Ben Minhyuk," dedi tatlı bir sesle.

Küçük gözleri, düz bir burnu vardı. Siyah saçları, sağa doğru yatırılmıştı. Dudakları orantılıydı ve kaşları sık ve açık renkteydi.

"Liseye henüz başladım. Buralarda yeni olduğumdan sürekli kayboluyorum."

Güldüğünde, sağ gözünün altındaki ben dikkatimi çekmişti. Bana... Birilerini hatırlattığını düşündüğüm sırada konuşmaya devam etti.

"Pek iyi konuşamadığımdan bazen gitmek istediğim yeri değil de başka bir yeri tarif etmelerini isteyebiliyorum. Söyledikleri adresi yanlış anladığım da sık sık oluyor."

Söylediği şeye hafifçe gülümserken, hala bana nereden ya da nasıl tanıdık geldiğini düşünüyordum.

Okul kapısına varana kadar bir sürü şeyden bahsetti.

Amerika'dan yeni geldiğinden, bir abisi olduğundan, Kore'de büyümediği için Korece kelimelerin telaffuzunda ve bazı şeyleri anlamada sıkıntı yaşadığından bahsetti. Geçen hafta gördüğü güzel bir kızdan, çocukluğunda yaptığı maket uçağa kadar bir sürü şey anlattı.

Normalde, insanlar kendileri hakkında bir şey anlattıklarında sıkılırdım ve dinlemek istemezdim ama bu çocuk bir şekilde bana iyi bir enerji veriyordu ve oldukça sevimliydi.

Okul kapısının birkaç adım gerisinde durduğumuzda abisine yaptığı bir eşek şakasını yanlış kelimeler kullanarak anlatırken birden durdu.

"Ah, nuna. Sana adını sormayı unuttum. Adın ne?"

Oldukça geveze olduğundandı aslında, benim hakkımda hiçbir şey bilmemesine rağmen kişisel hayatıyla ilgili bir sürü ayrıntı vermiş ama adımı dahi sormamıştı.

Gülümsedim. Sanırım ilk defa zorunluluktan, Yooseul yüzünden ya da ödev gibi bahanelerle arkadaş olmayacağım, tamamen tesadüfen gelişen tatlı bir abla-kardeş ilişkisi yaşayacağım oğlana bakıp adımın Nari olduğunu söyleyecektim ama tam bu sırada uzaktan gelen bir ses tüm büyüyü bozdu.

"Hey! Sunya!"

sunya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin