"Bugün biraz ara verdim. Belki yarın devam ederim."

Sonra ikimiz de sessizce yemek yedik.

"Okul nasıl gidiyor?" diye sordu bana su içtiğim sırada.

İki gündür eve gelmeyişinin ardından olup biteni öğrenmek istemesi gayet doğaldı.

"Aynı." diye yanıtladım.

"Derslerle pek ilgilenmiyorum. Erkek arkadaşımla çılgın partilere gidiyor, ortamları yakıyoruz."

Gülerken "Yıkıyoruz," diye düzeltti beni.

"Cidden. Bunu ben bile biliyorum, yani."

Boşalan tabağımı tezgaha bırakırken "Üzgünüm Bay Min." dedim.

"Benim hatam."

Sonra beraber bulaşıkları yıkadık, arka fonda Flyleaf-All Around Me çalıyordu, babam sesi güzel olmamasına rağmen ara sıra şarkıya bağırarak eşlik edip kahkaha atmama neden olmuştu.

Bulaşıklar bitince, salona geçip televizyon izlemeye başladık. Running Man izlediğimiz sırada ikimiz de oldukça keyifliydik ama o öyle yorgundu ki ilk reklam arasında çoktan uyuya kalmıştı.

Sabah, yedi buçukta yardımcı ahjumma tarafından uyandırıldığımda yine sıradan bir gün olacak diye düşünmüştüm ama günlerden Salı'ydı ve bu akşam, Jungkook'la yarın çalışacağımız ödev konusunu belirleyecektik.

Yooseul, hiç üşenmeden, evdeki bütün takvimlere "Jungkook'la ödev günü^^" yazıp, haftalık seçtiği günleri işaretlemişti.

Okula gittiğimde, Sora'yı üst sınıflardan birisiyle konuşurken görmüştüm. Beni görünce elindeki kitabı konuştuğu genç oğlana uzatıp, yanıma yürüdü.

"Naber, ezik?"

Elini omzuma attığında imayla baktım ona.

"Sana da günaydın, Sora."

Ona Unnie diye hitap etmeliydim belki, ama hiç içimden gelmiyordu.

"Saygısız velet." derken elini omzumdan çekip yanımda yürümeye devam etti.

"Diğerlerini gördün mü?"

"Hayır." diye basitçe yanıtladım.

Sonra, erkek arkadaşları gelip bana küçümseyici bakışlar attılar ve Sora'yla o erkekmiş gibi kaba el selamlaşmaları yaptılar.

Bu sırada ben A Blok'a doğru birkaç adım atmıştım ki Sora, çantamın arkasından çekiştirip yeniden yanında durmama neden oldu.

"Bekle bakalım. Ekip az sonra toplanıyor. Kızlar birazdan burada olur. Bugün okulu ekiyoruz."

Bu dört cümlenin hiçbir kelimesinden hoşlanmamıştım ve ciddi anlamda, kafamda soru işaretleri oluşmasına neden olmuştu. O elini çantamdan çekerken, kaşlarımı çattım.

"Ekip? Ne ekibi? Ayrıca ben okula gideceğim."

"Grubun büyüğü benim bebeğim. Ben ne dersem o olur."

İğrenç bir tavırla güldüğünde, ciddi anlamda onu hiç sevmediğimi hissediyordum. Sora sadece bu hareketleriyle değil, ortaokuldan beri bana yaptıkları yüzünden nefret edilesi bir kızdı ama yine de ondan nefret etmiyordum. Sadece onu sevebilmek için herhangi bir nedenim yoktu.

On dakika sonra, Sora'nın serseri arkadaşları gitti ve ardından iki dakika sonra Iseul koşarak yanımıza ulaştı.

"Üzgünüm, babam arabayı servise vermiş. Otobüsle gelmek zorunda kaldım."

Sora başını salladı.

"Sorun değil buradasın işte.Yooseul nerde?"

Iseul, koştuğu için bozulan gömleğini düzeltirken diğer yandan Sora'yı yanıtladı.

"Bizi okulun arkasındaki parkta bekleyeceğini söyledi. Hadi, gidelim."

Onlar kapıya yürüdüğü sırada "Görüşürüz." diyerek A Blok'a yürüme girişimimi tekrarladım.

Sorangelip beni durdururken Iseul da bana bakıyordu.

"Okula mı gideceksin? Yooseul senin de geleceğini söylemişti."

"Gelmeyeceğim." diye basitçe yanıtladıktan sonra Sora'nın bileğimdeki elini ittim.

"Ayy...Şu kız hep mızıkçılık yapıyor. Yooseul'a ne diyeceğiz? En yakın arkadaşını getiremediğimiz için mızmızlanacak." diye söylendi.

Sora, hep böyleydi işte. Hep tatsızdı.

Iseul'a ciddi bir bakış attığımda, anlayışla başını salladı.

"Tamam. Bu seferlik gelmezsin. Biz bir şeyler düşünürüz."

Onlar gittikten hemen sonra okul binasına yürüdüm.

Nereye, neden, nasıl gittiklerini bilmiyorum ama umrumda da değildi. Onlar yokken bir yerlere zorla götürülmüyor, serserilerle tanışmak zorunda kalmıyordum.

Bunu daha önce hiç sesli söylememiş olsam da, onlar yokken daha rahat hissediyordum.

sunya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin