"Ben de Hoseok."

Sora'yla da tanıştıktan sonra sıra bana gelmişti.

Saate bakan Yooseul "Ah, bence artık gitmeliyiz, siz orada tanışırsınız." diyerek yutkunmama neden oldu.

Ben başımı sallarken, diğerleri de Yooseul'un söylediğini onaylamıştı. Hepimiz bahçe kapısından geçip, araziye benzeyen tuhaf alanda yürümeye başladık.

İnşaatı tam bitmemiş gibi görünen, sadece üzeri kapalı garaj tarzı bir yerin tam önünde durduk. Kapısı ya da kimsenin girmemesi için herhangi bir duvarı yoktu. Çatısından, yarısı kırılmış bir tabela sarkıyordu. Tabelanın üzerindeyse şunlar yazılıydı:

B A _ G T_ N S O N Y _ _ N D A _

Bunlarla mantıklı iki kelime oluşturmak çok zor değildi, belli ki "Bangtan Sonyeondan" yazmak istemişlerdi. Lakin tabelanın eski olmasından çok, oradaki harfleri nasıl düşürebildikleriyle ilgili düşünüyordum. Çatıya çıkıp tepinecek insanlar değillerdi, değil mi?

İçeride üç büyük eski koltuk, bir masa, yerde birkaç oturma yastığı vardı. Köşede birikmiş olan boş pizza kutularının kaç haftalık olduğuna kafa yormak niyetinde değildim. Garajın biraz daha gerisinde ufak bir mutfak tezgahı ve onun sol tarafında bir lavabo vardı.

Yayılarak oturan gençler, toparlandılar. Biri ise, oturuşunu bile değiştirmedi. Sadece uzattığı ayaklarını kendine doğru çekip daha az rahatsız edici bir pozisyona geldi.

Aferin, ne güzel karşılama ama.

Yooseul, Sora ve Iseul'u oldukça abartılı ve eğlenceli şekilde onlara tanıttıktan sonra, sözü erkeklere bıraktı.

Koyu kahve saçlara sahip, uzun boylu, oldukça güzel bir yüze sahip olan "Ben Jin," dedi.

"Bu serserilerin abisi ve grubun yakışıklısıyım."

Kızlar kıkırdarken yanında, turkuaz renk saçlara sahip, ciddi anlamda donuk bakışları olan, bizi gördüğünde kılını bile kıpırdatmayandı.

Oturduğu yerden elini kaldırdı.

"Min Suga."

Ve bu kadar. Başka bir şey söylemedi. Anlaşılan en havalı ve umursamaz olanları, oydu.

Beyaza kaçan soluk renkte saçları ve -söylemeden edemeyeceğim- inanılmaz dolgun ve şekilli dudakları olan ise gülümsedi.

"Ben Namjoon. Buralardan sorumlu lider benim. Bir şey olursa, bana gelebilirsiniz."

Sanki burada uzun süre kalacakmışız gibi konuşmasını tuhaf bulsam dahi, tepki vermemiş ve konuşan diğer gence dönmüştüm.

"Kim Taehyung, bayanlar." dedi yaramaz çocuk edasıyla.

"Genelde V diye seslenirler ama siz 'Oh!Kim Yakışıklı Taehyung' da diyebilirsiniz."

Göz kırptığında Namjoon onun koluna vurdu.

"Bu, bizim yaramaz Taetae."

Herkes koltuklardaki yerini aldığında, rahatsız bir tavırla Iseul'un hemen yanına oturup bugünün bir an önce bitmesini diledim.

Bir ara, muhabbetten ve ortamdan öylesine bunalmıştım ki kalkıp Yooseul'a lavabonun yerini sordum.

Garajın arka taraflarında bir yer olduğunu söyleyip -ki bu cidden açıklayıcı değildi- beni başından savdıktan sonra Taehyung'a yaptığı en efsane eşek şakasını anlatmaya devam etti.

Garajdan çıkıp, binanın arka tarafına doğru yürüdüm.

Burada olmaktan hoşlanmıyordum, her zamanki gibi ezik insan konumuna düşecektim ki zaten Yooseul'un istediği de buydu. Derin nefesler aldım.

"Lanet olsun." diye fısıldadım.

"Böyle olmasından nefret ediyorum."

Yüzümü yıkayıp aynadaki yansımama baktığım sırada arkamda bir genç kaşlarını çatmış beni izliyordu. Siyah düz saçları, ince dudakları vardı. Onu okulda daha önce gördüğüme emindim ama nereden ve nasıl olduğunu kestiremiyordum.

Gözlerini kısmıştı, bana çöpmüşüm gibi bakıyordu.

"Burada ne arıyorsun?"

Arkamı dönüp "Arkadaşlarımla geldim," diye açıklamaya giriştim.Yine de yüzündeki şüpheci tavır geçmedi. Bana daha fazla yaklaştı ve aramızda bir adım kala durup, yüzüme yakından bakmak için eğildi.

"Yalan söylüyorsun, çünkü bunu söylerken heyecanlandın."

E dibime girdiğin içindir belki?

Ya da onlar gerçek arkadaşlarım olmadığından, belki de haklısındır?

Başımı sallayıp itiraz ettiğim sırada hızlı bir hareketle tuttuğu ellerimi belimde birleştirdi.

"Cidden. Bu kaçıncı? Seni de o salak okul gazetesi gönderdiyse bu kez polise şikayet edeceğim."

Bileklerimi sıkan elleri arasından kıpırdanırken "Yanlış anladın!" dedim.

"Ben...Arkadaşlarımla geldim...Jimin'i tanıyorum!Ve..."

Lanet olsun, kocaman gülümsemesi olan oğlanın adı bir türlü çıkmıyordu ağzımdan.

"Hoseok!" diye cırladım.

"Onları tanıyorum."

"Yapma ama. İsimlerimizi okuldaki herkes biliyor. Başka bir şey bulsaydın."

Beni önünde iterek, garaj kapısının önüne doğru götürdüğünde içimden Yooseul'a küfürler yağdırıyordum.

sunya Where stories live. Discover now