Elini ensesinden çekip, gülmesi biraz hafiflerken kafasını tekrar çevirip gözlerini bana dikti. "Sen," dedi ve eliyle çenesini kaşıyarak tekrar güldü. "Sen, gerçekten sana ya da o piçe yapabileceklerimi bilmiyor musun?" 

Gülerek sorduğu sorusuna karşılık kafamı iki yana sallayarak arabadan çıkmak için çantamı kucağımdan aldım ve elimi kapı koluna götürdüm. Burada daha fazla bu psikopatla kalabileceğimi falan sanmıyordum. Kendini bu şekilde, 'En güçlü benim' havasında gördüğü sürece de hiçbir zaman yanında kalmak istemeyeceğime emindim. Sanki kendini her saniye ondan biraz daha iğrenmem için zorluyor gibiydi. 

Kilit sesini duyduğumda saçımı kulağımın arkasında sıkıştırarak ona döndüm ve, "Aç kapıyı." diye sertçe belirttim. 

"Neden? Yanımdan ayrıldığın ilk fırsatta yine ona git diye mi?" diyerek güldüğünde dudaklarını tekrar ıslattı. Resmen alay ediyordu. Şuan resmen eğleniyordu ve bu beni daha çok sinir ediyordu. Evet, amacı beni sinir etmekse zaten bunu çoktan başarmıştı. Hatta on yıldır tek yaptığı da buydu. 

Sorusunu dikkate almak yerine "Kapıyı açar mısın?" diye sorduğumda suratını ciddileştirip "Hayır!" diye bağırdı ve arabayı çalıştırdı. 

"Onu sen mi dövdün?" dediğimde kafasını kısa süreliğine bana çevirip tekrar dikkatini yola verdi. Cevabını biliyordum. Eddrick'in bu hale gelmesine neden olan kişi Marcus'dan başkası olamazdı. Anca o böyle bir şeyi yapardı. Yine de, kendi vicdanımın biraz azalmasını umut ederek 'Hayır' cevabını vermesini tercih ederdim. Benim yüzümden bir başkasına, hele de Eddrick'e bir şey olduğunu bilmek kalbimin ortasında büyük bir baskı hissetmeme neden oluyordu. Bu, dayanılmazdı. 

Soruma bir cevap vermek yerine karşılık olarak "Sence kendimi yorar mıyım?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. 

"Dövdürttün?"

Cevabımı alaylı bir gülümsemeyle aldığımda dudaklarımı ıslatıp bende onun gibi gülümsedim. "Tek başına bir şey yapamayacak kadar acizsin çünkü." dediğimde kafasını bana çevirdiğini hissetsem de ben pencereden dışarıya bakmaya devam ettim. "O arkadaşların olmadan bir hiçsin çünkü." diye devam ettim. "Korkaksın çünkü. Cesaretsizsin."

Ona kısa bir bakış attığımda sinirden gerilen suratını görüp gülerek tekrar kafamı pencereye çevirdim. 

"Beni o yüzden çiftlik evine götürdün." diyerek sesli düşündüğümde bakışlarımı tekrar üstüne diktim. Elleri direksiyonu sertçe kavramış, parmak uçlarının beyazlamasına neden olmuştu. Sinirlenmesi beni her ne kadar korkutsa da aynı zamanda keyiflendiriyordu. 

"İstesem onu tek başıma öldüresiye döveceğimi biliyorsun." diye tısladığında gaza biraz daha basmıştı.

"Yavaşla." diye uyardıktan sonra, "Senden nefret ediyorum hatırlatmama gerek yok değil mi?" diyerek güldüm. Pes etmesini istiyordum. Tüm bu saçmalıklara bir son vermesini istiyordum ve bunun için deneyebileceğim bütün her şeyi denemiştim. Onu istemediğimi yüzlerce kez söylemiş, onu sevmediğimi milyonlarca kez suratına haykırmıştım. Bir de böyle denemeliydim belki de. 

"Bende seni seviyorum." diye beni alayla cevapladıktan sonra uyarımın tam aksine gaza biraz daha yüklenmişti. Tamam, hata yapmıştım belki de. Ah, onunla bu şekilde ölmek falan istemiyordum ben! 

Tekrar "Yavaşla." dediğimde kafasını bana çevirip güldü ve biraz daha hızlandı. 

"Marcus yavaşlasana!"

Delicesine bir kahkaha attığında gaza bir kez daha basıp, "Sen benim yapabileceklerim hakkında en ufacık bir fikre sahip değilsin!" diye bağırmıştı. 

Yaşadığım büyük panikle karşılık olarak bende ona "Tamam! Farkındayım." diye bağırdım. "Şimdi yavaşla lütfen."

Bir elini direksiyondan çektiğinde saçlarını karışırıp kafasını iki yana salladı ve tekrar güldü. Hasta olduğunu düşünürken bu kadar ciddi derecede olduğunu falan düşünmemiştim. Korkuyordum. Gerçekten korkuyordum ve ne yapmam gerektiğiyle ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Yavaşlamasını söylemek onun biraz daha hızlanmasından başka hiçbir işe yaramıyordu. Çıldırmış gibi sadece gülüp gaza biraz daha yükleniyordu. Böyle olacağını tahmin etmemiştim. En azından bu şekilde olmamalıydı. Tanrım!

Ensesindeki elini bacağıma indirdiğinde sertçe kavrayıp, sıktı. 

Yaşadığım panik ve korkunun çok daha artmasına neden olacak bir şekilde gözlerini yoldan ayırıp bana diktiğinde "Marcus." diye mırıldandım. "Lanet olsun önüne baksana!" 

Büyük bir kahkaha patlattığında hâlâ bana bakarak "Senin bu halini seviyorum." dedi. "Korktuğunda çok tatlı oluyorsun!" 

Ve tekrar hızlandı.

Ah, hayır. Gerçekten onunla bu şekilde ölmek komik olurdu. Böyle bir ölüm bana göre bile fazla acımasızcaydı. 

"Yattın mı onunla?"

Duyduğum soru karşısında her ne kadar koca bir kahkaha atmak istesem de, gözlerimi kocaman açıp suratına anlamsızca baktım. Arada yola bir bakış atsa da çoğunlukla bana bakması titreyen ellerimin daha çok titremesine ve kalbimin göğüs kafesimi kıracakmış gibi atmasına neden oluyordu. 

"Ne saçmalıyorsun?" diye sorduğumda, yola bir bakış atıp "Marcus!" deyip derin bir nefes aldım.

Çok kısa bir süreliğine tekrar yola bakıp, kafasını bana çevirdi ve bacağımı sıkan elini tekrar çeneme çıkarıp yüzümü buruşturmama neden olarak kavradı. Kafasını aşağı yukarı sallayarak "Yattın." dedi. "Yattın onunla. Yattın değil mi? Cevap ver!"

Tekrar yola kısaca bakıp, hızını arttırırken kafasını bana çevirdi ve elini sıkarak "Cevap ver!" diye kükredi.

Tanrım! Gerçekten hastaydı.

Çok fazla.

"Saçmalama! Durdur şu arabayı lütfen."

Sıcak sıvının yanaklarımı ıslatmasıyla bir kez daha "Lütfen." diye mırıldandım. Çıldırmış gibiydi. Hiçbir şekilde dediklerimi dikkate almıyor, sanki her saniye daha fazla hızlanıyordu. 

Tekrar gözlerime odaklandığında kafasını iki yana sallayarak "Sen benimsin." dedi. "Sen hep benimdin."

Sertçe yutkunup, titreyen vücudumu hareket ettirmeye çalıştığımda aynı zamanda nefes de almaya çalıştım. 

Marcus gözlerini benim suratımdan bir an olsun çekmiyorken ben zorlukla kafamı hareket ettirip yola baktım. Korku bütün bedenimi ele geçiriyordu.

"Marcus!"

Ve, her şey karardı.

Her şey.

EVA ✽Donde viven las historias. Descúbrelo ahora