ON İKİ GÜMÜŞ

3.6K 247 13
                                    

Elinde tutupta sanki okuyormuş gibi gösterdiği kitapları sertçe Kurt'ün kucağına itti.
"Adın ne senin?"
Ağır olduğu görüntüsünden belli olan kitapları tutmaya çalışırken cevap verdi.
"Kurt efendim."
Zorlandığı yüzünden okunuyordu ama gülümsemesini eksik etmemişti.
"Imm Kurt kitapları Bay Stossel'in odasına bırak. Odasını biliyorsun, değil mi?"
"Evet, evet biliyorum."
"Ne duruyorsun o zaman?"
Neydi bu şimdi Bayan Kiyon gerçektende ters biriydi.
Kitaplarla Bay Stossel'ın odasına küçük ama çok hızlı adımlarla yürüyen Kurt'ün, zorlanarak kapıyı açmasıyla çığlık atması bir oldu.
"Aman tanrım burada ne olmuş? Her yer, her yer kan nası-"
Kan mı? Baygınlık olan sesiyle söylediği kan kelimesini duyunca Bayan Kiyon topuklarını birbirine çarptıtarak koşmaya başladı.
"Neler oluyor orada?"
Ayağının üzerine düşürdüğü kitapların altından ayağını kaldırdı ve müdürün odasına girdi. Attığı her adım küçüktü ve olduğunca yavaştı.
"Nerede, hani, nerede kan?"
Yutkunarak zor da olsa konuştu.
"Odanın içinde. Her yerdeydi."
Bayan Kiyon odaya göz gezdirdikten sonra sinirle bağırmaya başladı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!''
Kurt'ün yanına gidip içeri baktığımda şoka uğramıştım içeri de Kan ya da herhangi kötü birşey yoktu, herşey yerli yerindeydi.
"Ama ama oradaydı, her taraf kandı. Doğruyu söylüyorum çok kötüydü hem de."
"Hiç komik değil küçük tilki seni. Cezalısın! Ders bitişinde yemekhane de aşçılara yardım edeceksin. Anladın mı beni?"
Sesinde çok büyük bir öfke seziyordum, sinirlenmişti ve mantıklı düşünemiyordu. Kurt'e baktığımda gözleri dolmuş hatta işteceği bir sözde ağlayacakmış gibiydi. Bayan Kiyonun yanına gidip onu Kurtten olduğunca uzaklaştırıp konuşmaya başladım.
"Bayan Kiyon, lütfen bir daha düşünün sadece, sadece-"
"Sadece ne? Benim kararlarımı sorgulamak sana düşmez anlıyor musun beni küçük?"
Dediklerinde az da olsa haklıydı, sonuçta hepimiz çok korkmuştuk. Omuzumun üzerinden çaprazımızda duran Kurt'e baktığımda hala aynıydı.
Böyle bir durum da onu yalnız bırakamazdım.
"O zaman beni de cezalandırın. Lütfen.''
Sözlerim karşısında tekrar şoka girmiş gibiydi.
"Gerçekten de buna değer mi? Cezanız belgelerinize işlenecek ve bunu geri alamazsınız. Şimdi emin misin tekrar düşün? Tilkilerden fayda gelmez."
Belge ya da herhangi birşey bizi etkilemezdi sonuçta doğduğunuz anda ne olacağımız belliydi. Tabi benim ki pek de normal değildi.
"Eminim, ayrıca geri alma gibi bir gayretimiz de olmayacak."
"Bak sen nasıl olacakmış o? Eğer bir öğretici olmak istersen belgene bakılacak biliyor muydun? Zaten hiç kimse geri alamaz."
Kurt'ün hayallerinden birisiydi öğretici olmak, öğretici olup geleceğin Bükücülerini eğitmek.
"Emin misiniz hiç kimse alamaz mı?"
Kendinden oldukça emin bir havaya girdi ve konuşmaya başladı.
"Hem de hiç kimse, tabii kral dışında."
Cümlesi bitince yüzü kendine sinirli bir hal aldı ve bu, görülmeye değerdi.
"Demek sadece kral geri alabilir. Imm kralın beni dinleyeceğinden Eminim, sonuçta kim kızını ve yiğenini dinlemez ki?"
Duruşunu bozmadan ellerini önde bağladı ve ağzından sinirden dolayı sesler çıkarmaya başladı.
"Sen zeki olduğunu mu sanıyorsun? Kral sizin ufak bir suçunuz için buraya mı gelecek? Hiç sanmıyorum."
Onunla inatlaşmamam gerekiyordu ama buna karşı koyamıyordum.
"Bayan Kiyon Sadece, lütfen bize bir şans daha verin."
"Aha demek bana yalvarıyorsun. Bu bir prensesten beklenmez birşey."
Bir anda yüzüne oturan o burnu havada gülüşü, omzuna konan bembeyaz elle durdu.
Güneş ışıklarından yüzü gözükmemesine rağmen masmavi gözleri kendini belli ediyordu.
"Bayan Kiyondu değil mi? Sizce bir prenses le böyle konuşulur mu?"
Karizmatik ses tonu, Bayan Kiyonun yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu.
"Lord Lucas, sizi burada görmek ne kadar da(!) hoş."
Sözlerinden de anlaşıldığı gibi karşımda bir lord duruyordu.
Bir adım öne attığında hem omzundaki hem de yakasındaki bütün madalyalar özenle temizlenmiş gibi parlıyordu.
"İzin verin de kendini tanıtayım majesteleri, ben Lord Lucas Caprio. Atalarım uzun bir süre atalarınıza hizmet ettiler."
Ne tepki vereceğimi gerçektende bilmiyordum, hayatımda ilk kez bir lordla bu kadar uzun konuşmuştum. Tabi buna konuşmak denirse.
"Memnun oldum Lord Lucas. Sizinle tanışmak benim için bir onurdur."
"Eğer konuşmanız bittiyse Lordum niye buradasınız acaba sebebini söyler misiniz?"
"Bu seni hiç ilgilendirmez, Fiona."
Fiona da kim di?
"Peki bana söyler misiniz? Rica etsem."
Konuşurken ki önce ses tonum benibile şaşırtmıştı. Tahminimce Fiona Bayan Kiyondu.
"Sizinle daha sonra konuşsak iyi olur. Şimdi izninizle, saraya gitmeliyim."
Saray, nedense duyunca ağlayasım gelmişti.
Ailemi özlemiştim belki de.
"Tabi."
Gözleri ağlamaktan kızarmış olan Kurt, Bayan Kiyon'a sık dik bakarak yanımıza geldi.
"Hey o da kimdi?"
"Siz cezadan yırttığınızı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Şimdi kütüphaneye geri döneceğim ve müdürle konuşup gerekenin yapılmasını söyleyeceğim"
"Siz ne de bencilsiniz öyle!"
Aman tanrım Kurt gerçektende bunu söylemiş miydi? Nereden gelmişti bu cesaret.
"Anlayamadım, acaba sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun!"
"Asıl siz kimsiniz durun ben biliyorum sadece kütüphane görevlisi."
"Bu ne cürret!!"
İkisi de sinirden iyice köpürmüştü ve etraftaki herkes bize bakmaya başlamıştı, bense etrafta bir kaçış yolu arıyordum.
İşte tam o sırada Lord Lucas gözüme takıldı, bir kolona yaslanmış elinde tuttuğu küçük kitabı okuyordu. Anlaşılan konuşulanları duymamıştı.
Hızlıca kolona doğru yürümeye başladım ve geldiğimi
Farketmiş olacak ki kitabı nazikçe kapatıp önünden geçen birinin eline verdi.
"Bir problem mi var?"
"Evet hem de çok büyük yardımınız gerekiyor."
Etrafı süzdükten sonra bir asker edasıyla yürüdü.
"Siz ikiniz hemen ayrılın."
İkisi de birbirlerine nefret dolu gözlerle bakıyordu. Tabi Fiona burnunun ucunda olan gözlüğünün arkasından.
"Buna karışma."
"Benim görevim krallığa hizmet etmek ve o krallıktan asil birisi. Şimdi lütfen gidin buradan."
Onlardan çok az uzakta olan ben sürekli etrafa bakıyordum ama hiç kimse onlara bakmıyordu.
Bu sırada zor da olsa ayrılmışlardı.
"Teşekkür ederim."
"Ne demek. Şimdi benim gitmem gerekiyor babanızla konuşmamız gereken önemli bir konu var."
Cümlelerde ki ses tonu çok gizemliydi.
"Eğer çok özel değilse bilmek isterim."
Önce yere baktı, sanki söyleyip söylemeyeceğini düşünüyordu.
"Kuzey de bir cadıyla görüştük ve Besy'nin uyandığını düşünüyoruz. Buda demek oluyor ki dragonu bulup güçlerini almalıyız."
Ne! Best uyanmış mı? Ama daha erken değil mi Ben bir elementi anda bükerken efsane bir cadıyla mı rekabet edeceğim.
"Nasıl yani güçlerini almak mı ve görüştük derken siz kimlersiniz?"
"Biz, on iki gümüşleriz."

ELEMENTLERİN PRENSESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin