Bölüm 18 *Kısım2*

283 33 40
                                    

Azıcık geç kaldı ama minicik yani. Acıyın bana. *gözlerikapalımaymunemojisi*

--Lara kafasını salladıktan sonra Cihan onu kolunun altına almış ve çelloyu da sırtlandıktan sonra müzik odasından çıkarmıştı. --

*************

Savaş telefonu kapattıktan sonra somurtarak arkasına yaslanmıştı. Bu sırada arabanın iyice yavaşladığını fark etmişti. Ağaç bile onları sollayacaktı neredeyse.

"Alisa uykun falan mı geldi? Neden bu kadar yavaşladın?" Alisa arabayı direksiyonu severek sürüyordu. Savaş onun bu halini gördükten sonra sorunlarının ne olduğunu anlamıştı.

"İstanbul'dan çıkmamıza az kaldı ve ben bu bebeği bırakmak istemiyorum." Hüzünlü gözlerle yola bakıyordu Alisa. Gören de bir daha binemeyecek sanırdı. Altı üstü yolcu koltuğuna geçecekti.

"Bak şimdi seninle anlaşma yapalım. Sen arabayı bana ver, dönüşte sen kullanırsın. Ne dersin?" Savaş Asos'a olabilecek en hızlı şekilde varmak için uğraşıyordu ve dönüşte de gece yola çıkmayı planlamıştı. Kızın uyuyacağını düşünüyordu.

"Söz ver bana. Ben kullanıcam dönüşte, hatta Sare'yi de şahit olarak almak istiyorum. Sare?" Alisa arkasını döndüğünde uyuyan bir Sare ile karşılaşmıştı. İlgisini kızın üzerinden sadece yarım saat çekmişti ama kız neredeyse horlayacaktı.

"Söz veriyorum ben. Şahide ihtiyacımız yok. Hadi çek sağa." Savaş kıza baktığında dudaklarını düşürdüğünü görebiliyordu.

Alisa boş otobanda olsalarda sinyalini verip arabayı sağa çekti. Savaş arabadan hızlıca inip şöför tarafına geçmişti ama Alisa henüz inme aşamasındaydı. Savaş bir süre sonra dayanamayıp kızı kolundan tutup çekti. Kızın yüzü göğsüne yapışınca kafasını ona doğru eğdi.

"Hadi güzelim, hadi." İkisinin nefesleri birbirine karışıyordu. Alisa adamın gözlerinde takılı kalmıştı. Nefes'in gözlerindeki hareler Savaş'ta da vardı ve Nefes'in gözleri griye yakınken Savaş'ın gözleri yemyeşildi. Yeşil gözlerinin içindeki ton oynamaları gecenin bu saatinde bile kendini belli ediyordu. Alisa derin bir nefes aldı ve geri bırakmadı.

Savaş Alisa'nın yeşil gözlerinde derin düşüncelere dalmıştı. Bu gözler Savaş ve Nefes'in gözlerinin karışımı gibiydi. Gözlerinin akının bittiği yerde açık yeşili başlıyordu ve hiçbir renk geçişi olmadan siyaha kadar gidiyordu. Savaş'ın düşündüğü şey ise; ne yapmak istiyorumdu. Kızın gözlerine baktı baktı ve en sonunda ne yapmak istediğine karar verdi.

************

Gecenin bir saatinde inmişti deniz kenarına. Zaten oturduğu yerde öyle denize çok uzak falan değildi. Yaşayamazdı öyle maviliklerden uzak yerde. Beş yıl denemişti mavisi olmayan bir yerde yaşamayı ama olmuş muydu? Geri dönmüştü işte yeterli cevap bu değil miydi?

Bir bankta, denize en yakın bankta, elinde çizim defteriyle, kurşun kalemiyle, yosun kokusuyla aklına ne geldiyse onu çiziyordu. Çizgileri bazen yamuktu bazen cetvelle çizilmişçesine düz. Hayatın çizgileri gibi...

Hayat bazen yamuk giderdi, düzelmez derdiniz. Ben hep yamuk kalacağım, hiç düz bir çizgi olmayacak hayatımda. Bazense öyle tek düze, düz giderdi ki ne olur derdiniz, ne olur bir farklılık bir tepecik olsun hayatımda. Aslında hepimiz birer ressamdık bakıldığında. Hayatımızın çizgilerini biz çiziyorduk değil mi? Yoksa ben mi yanlış biliyorum?

Kağıdına baktığında gördüğü bir çift göze baktı adam. Boyasa ne renk olacaklarını biliyordu. Mavi. Çilli tenin üzerindeki o güzel ve büyük gözleri çiziyordu her çizgisinde. Görebilmek için çırpınıyordu. Belki bugün gelir de görürüm diye. Daha ilk gördüğü zamanda, ilk ona çarptığı zamanda, hatta ilk dokunduğu zamanda İstanbul'dan kaçıp gitmesine neden olan, biricik ailesini arkada bırakmasını sağlayan kişiyi bir anlığına unutmuş ve küçük bir kedi yavrusuna benzeyen bu kadın beynini işgal etmişti.

Mahşerin Dört Atlısı (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin