5. Bölüm: Tanışma

Start from the beginning
                                    

"Duygu, henüz kendimi kontrol edemiyorum o an..." 

"Kişisel meseleleri konuşacak vaktiniz olacak Aslı lütfen diğerlerine izin ver." Bu zamana kadar hiçbirine karışmayan yanımda dikilip bizi gözlemleyen öğretmen olduğunu düşündüğüm adamın da sinirlendiğini hissedebiliyordum. Belki de yaptıklarının bir hata olduğunu düşünüyordu. Ki hataydı da zaten. 

Aslı, omuzlarını düşürüp son kez bana baktıktan sonra onun yanındaki sarışın, mavi gözlü çocuk öne bir adım attı. 

"Aramıza hoş geldin. Uğur, Telekinezi." Son kez gülümseyerek ona göre normal ama ondan kısalara, yani herkese göre, büyük adımlarla binaya girdi. Başım ve ayaklarım ağrımaya başlamıştı. Geriye kalan üç kişi kendilerini ortaladılar ve sıradaki kız öne adım attı. Şu beş dakika içinde bir kez olsun gülümsemeyen tek kişi oydu ve öne attığı adımla ondan kötü bir enerji hissetmeye başlamıştım bile. Buna anlam veremiyordum. Beynimin arka kısmında rahatsızlık vermeyen ama kendini belli etmek için epey çabalayan bir sızı vardı. Bana attığı bakışlarla karşısında eriyecek gibi oluyor arkamı dönüp koşarak uzaklaşma isteği duyuyordum. 

"Boşuna uğraşma Zeina, zihin ustasına zihin oyunu işlemez." Bunu yanında kalan tek kişi olan kumral çocuk söylemişti. Çoğu zaman olduğu gibi ne demek istediğini yine anlamamıştım. Zeina, bu kızın nereli olduğunu anlayamazdım ama duruşu ve bakışlarıyla bu dünyaya ait gibi bile durmuyordu. 

"Zeina, insan beynine acı verebilirim." Başını hızla yanına çevirdi ve kumral çocuk başını tutarak yere diz çöktü. 

"Zeina! odana çık ve gün boyunca orada kal." Yanımdaki adam tekrar otoritesini konuşturmuş ve kızın sarı uzun saçlarını savurarak binaya koşmasına sebep olmuştu. Kızın yabancı olduğunu bilmeme rağmen düzgün Türkçe konuşuyordu. Ve, gözleri kırmızı mıydı onun? 

Son olarak kumral çocuk eğildiği yerden kalktı ve gülümsedi. "Ben Poyraz, saf hava kontrolü." Ellerini geriye bir şey kalmadığını belli edercesine kaldırdı. Arkasını dönüp kendinden emin şekilde binanın iki kanatlı, mat altın rengindeki kapısından içeri girdi. Sanki az önce acı ile yere çöken kişi o değildi. 

Sonuç olarak bahçede sadece iki kişi kalmıştık. Kafamı çevirmeye gerek kalmadan adam önüme geçti ve gülümsedi. 

"Kusurlarına bakma, hepsi çok toylar." Yere baktıktan sonra eliyle bahçeyi gösterdi ve o tarafa doğru yürümeye başladık. Daha doğrusu o yürüyor ben sürünüyordum. Uzun saçlarım arkamda savruluyor ve bazen önüme geliyordu. Omuzlarım çoğu zaman olduğu gibi önümdeydi ve tam bir ezik görüntüsü veriyordum. 

"Adım William, bana usta da derler." Susmasını istemiyordum. Anlatmalı, anlatmalı ve beni bu durumdan kurtarmalıydı. içimdeki sıkıntı tarifsizdi ve kulaklarımın meşgul olması beynimi de meşgul ediyordu. Derin bir nefes aldım. 

"Seni buraya 12 yaşındayken getirmeliydik." Başımı duvarlara çarpmak üzereyken beni annemin kurtardığı yıl. Gözlerimi sinirle kapadım ve durdum. Nefesim ve kalp atışlarım hızlanmıştı. Birilerini yumruklamak istiyordum. 

"Sizi engelleyen şey neydi? Buraya delirmeden gelmiş olmam mucize! Belki de delirmişimdir!" Son kelimeler ağzımdan çığlık eşliğinde dökülüyordu. 

"Kim olduğunu bilmediğimiz düşmanların var Duygu, seni bebekken gerçek ailenden aldılar ve başkalarına verdiler. Seni öyle bir gizlediler ki zamanı gelince kendileri bile bulamadılar." Tekrar yılların acısını belki suçlu olmayan, belki de baş suçludan çıkarmaya devam ettim. 

"Neden böyle bir şey istesinler!? Neden beni bebekken almadılar!? Sana neden inanayım!?" Bacaklarımdaki enerji aniden kesilmiş gibi sol tarafımda gördüğüm beyaz renkteki banka kendimi attım. William da yanıma oturmuş ve omuzlarındaki büyük yük altında ezilerek bana bakıyordu. 

Zihin Oyunları: SınırWhere stories live. Discover now