26 HAZIRAN

114 6 0
                                    

Oof be ne gündü ama! Ne kadar yorgun olsam da depresif Arya'dan eskisi-gibi-canlı-hiperaktif-bir-an-olsun-yerinde-duramayan Arya'ya (biliyorum biraz tuhaf bir sıfat oldu, neyse en az seviyede umursamaya calışın!) geri dönüşümü sembolize eden bu elektronik günlüğe yazmaya çalışacağım. Açıkçası yazmak ZORUNDAYIM. Evet, zorundayım çünkü bugün tarihe geçecek nitelikte!

Çok meraklandırmadan sabahla başlayayım. Gecem çok iyi geçmemişti, yattığım saat olan 11'den güneşin doğduğu saat olan 5'e kadar uyuyamamıştım. Yine aynı düşünceler... Kendim hakkında çok da yanılmadığım yargılar... Kendinizi benim yerime koyun anlarsınız. Hikayenin kötü karakteri olmak istemeden sanki biri rolleri belirlemişçesine Rapunzel'de cadı, Batman'deki Joker, Harry Potter'daki Voldemort oluyordum. Halbuki hayatım boyunca hep en doğruyu yapmaya çalıştım. Görüyorsunuz batırdım; çok iyi bir geleceğe (kast ettiğim çok para veya mevki değil, gerçekten istediğim bir meslek ve kendi çabamla kazanacağım bir hayat) sahip olabileceğim bir liseden atıldım ki hikayesini daha sonra anlatmak istiyorum bu kadar kötü kızlık yeter, Bestelerin arkadaş grubuyla takılmaya başladıgımdandır kim bilir kaç kişiyi kırdım, en iyi arkadaşımın sevgilisiyle kırıştırdım. Kendime neden dur diyemedim? Ve biliyorum bunların hepsi benden nefret etmenize yetti. Herkes biraz kızdı bana biliyorum, kimseyi yargılayamam. Ama sadece yoldan sapmış bir gezginim ben.

Şu ana kadar tanıdığım herkesi bir sebepten nefret ettirdiğim için tanıyacaklarımı da nefret ettiririm diye düşünüyordum.

Yanılıyormuşum.

Günüm saat 10'da, okulumda koşturmacayla başladı. Çeşitli başvurular için öğretmenlerimden tavsiye mektupları almalıydım. Gittiğimde sadece Fizik ve Almanca öğretmenlerini bulabildim. Fizikçinin iyi şeyler yazacağından emindim ama Almancacınının beni pek sevdiğini zannetmiyordum, hele ki Beste ile birlikte kadıncağıza yaptıklarımızdan sonra...

Sanırım biraz daha detaylandırmalıyım.

Dersimize girdiği ilk gün bembeyaz, epey de kısa bir etek giymişti. Belki de hatırladığım kadar kısa degildi, kadının bacakları uzun oldugundan öyle görünüyordu bilmiyorum. Beste bunu ilk gördüğünde bana bakıp "Ne zamandan beridir okulda sürtük gibi giyinilmesine izin veriliyor?" dedi. Kadın duymuş gibi gözlerini Beste'ye dikti. Beste ise bunu umursamadan devam etti.

"Izin veriliyorsa ben de jartiyerlerimi giyip geleyim" diyip o alkış bekleyen gülümsemesini takındı.

Ne yapacağımı bilemedim. Ilk önce acıdım kadına çünkü ilk haftasıydı ve kimse ilk haftasında böyle muamele hak etmezdi. Ama sonra Beste'ye istediği şeyi, o alaycı kahkahayı vermeye karar verdim. Sonuçta evet ilk haftasıydı, kendini materyal gibi göstermemeliydi eğer cidden bunu düşünüyorsa.

Güldüm.

Benimle beraber orta sırada bunu duyan herkes güldü. Tam o sırada kadınla göz göze geldik. Dehşete düşmüş bir ifadeyle karşılaştım. Ne yapacağını bilemiyordu, muhtemelen sabah gardırobunun karşısına geçtiğinde de aynı ifade vardı yüzünde. Belki de hayatı boyunca hep doğruyu yapmaya çalıştı ama bir türlü beceremedi.

Bu bir tür telepati olmalıydı, birkaç saniyelik göz göze gelişimiz üzerine hepsini içimde hissetmiştim. O da benim gibi biriydi. Ve konuşup vedalaşmaya değer buldum. Aslına bakılırsa kendimi affettirmem lazımdı.

"Frau Aslantaş?" Yapma ya! Söylenebilecek en son şeydi bu. Okuldan kalma alışkanlıklarımı sürdüremezdim. En azından Bilmemne Hoca demeliydim yani! Sahi adı neydi?

"Okul bitince Fulya oluyor adım" dedi, evet tabi ya Fulya, yüzünde yapmacık değil ama biraz zoraki gülümsemesiyle.

"Haklısınız, alışkanlık işte" dedim ve durakladım. Kadın, sadede gel, der gibi bakıyordu yüzüme. Eveet, geliyorum: "Biliyorsunuz, mezun oldum ve okuldan ayrılıyorum. Bu süre içerisinde üzerimde emeği bulunan eski öğretmenlerimle de vedalaşmak istedim." dedim büyük ciddiyetle.

Karavan MaceralarıWhere stories live. Discover now