Orpheus II

4.6K 445 92
                                    

Tam kampüsün arkamda kalan kısmına ve bir diğer fakülteye ait binaya gülümseyerek bakıyordum ki aynı aramanın ikinci kez gelmesi sabrımın tükendiği an olmuştu.

Telefonu elimde sıkmaya son verip kapattım ve cebime koydum. Ama kurtuluş yakınlarda değil gibiydi. Çünkü karşıdan bana doğru yürüyen takım elbiseli genç birini ve biraz arkaya baktığımda uzakta parlak, siyah, kahrolası bir araba görmüştüm.

Aramızda yirmi metre ya var ya yokken yolumu değiştirmek için bir an duraksadığımda adam önceden tahmin etmiş gibi durdurmak istercesine bana seslenmişti.

"Efendim!"

İştahım kaçmış gibi bir ifade, cebimde telefon ve hemen karşımdan bana seslenen, kimin gönderdiğine adım gibi emin olduğum adamla bahçede dikiliyordum.

Adam yavaşça koşarak yanıma kadar geldiğinde elimle uzakta durmasını işaret ettim. Ve öyle yapmış, iki adım mesafeden başlamıştı konuşmaya.

"Babanız sizinle görüşmek istiyor."

"Ee?"

Umursamaz cevabımla adamın gözlerinde beliren çaresizliğe baktım kısa süre. Beni götürmesi için yine tehdit edilmiş bile olabilirdi.

"Arabada sizi bekliyor."

"Nikah davetiyesini seninle göndermedi mi?"

Bir şey söylememişti. İnanılmaz. Bu kez kendi gelmesi ondan beklenmeyecek bir hareketti. Ve bu, beni beklentiden doğan bir yanlışa sürüklemek üzereydi. Bitmek bilmeyen umudum bana gidip ne olduğuna bakmamı söylüyordu. Belki benimle ilgiliydi. Belki de olmayan ailemizle...

-

Oraya kadar gittiğimde filmli arka camın yarıya inmesini ve içinden bana hiçbir şey yokmuş gibi duyarsızca bakan bir çift göz görmeyi bekliyordum. Ama düşüncemin aksine arabadan inmiş, beni ayakta bekliyor oluşu normal şartlarda gözlerimi yaşartacak türde bir şeydi. Ona fazla bakmadan söyleyeceğini söyleyip bir an önce beni azat etmesi için sabırsızca karşısına geçip dikilmeye başladım. Gözlerim daha çok yerde ve kampüs manzarasındaydı.

"Hayret, konuşmayı kabul etmişsin."

Gülerek konuşmayı o başlatmıştı. Ama konuşmayı değil, yalnızca dinlemeyi kabul edeceğimi o da biliyor olmalıydı ki gelmeyecek bir yanıt beklemektense zaman kaybetmeden sözlerine devam etti.

"Seninle görüşmek bu kadar zor olmamalı. Sen benim oğlumsun."

Pekala, böyle cümleler onun tarzı hiç değildi. Onu tanımasam özlediğini düşünürdüm. Bunun yerine kafamı hiç yormadan etrafı taramaya devam ettim. Sadece birkaç kez gözlerimiz buluşmuştu.

"Yüzüme bak." Demesiyle ciddi bakışlarım yeniden ona yönelmişti. Bazen bana benzediğini düşündüğüm için yüzümden tiksinmeme neden olan ifadesiyle karşı karşıyaydım.

"Buna ne kadar karşı olduğunu bilmiyorum. Doğrusu seninle bu şekilde beş dakika iki yabancı gibi konuşup sonuca varmaktansa, oturup bir yemekte anlatmayı yeğlerdim. Ama madem sen böyle istiyorsun..."

Soluklanıp az sonra söyleyeceği şeyleri düşünür gibi bekledi. Belki de tepkimi gözlemliyordu.

"Nikah töreninde senin de olman gerekiyor."

Gözlerine bakarken ifademin ne şekilde değiştiğini bilmiyordum. Belki tiksinir ifadem daha da derinleşmişti, belki öfke dolmuştum... Tek yaptığım anlamsızca yüzüne bakmaya devam ederken ona söyleyeceğim hangi söz, bu istediğinin saçmalık olduğuna ikna olmasına yeter diye düşünmekti.

Channie Says SpecialWhere stories live. Discover now