7: KİLİTLİ KAPI

Start from the beginning
                                    

Ufak bir tebessüm eşliğinde "Eee, ne yiyelim?" diye sorarak konuyu değiştirdim. Teşekkür eden bir gülümsemeyle karşılık verdi ve çantalarımızı alıp sınıftan çıktık.

***

Yayları kalçama baskı uygulayan, üzerine oturduğum süngerli sandalye bacaklarımın karıncalanmasına sebep olmuştu. Kütüphanenin en sakin köşesine çekilmiş, saatlerdir ders çalışıyordum. Rutubet ve eskimiş kitap sayfalarının tozlu kokuları burnumu kaşındırıyor, midemden gelen zil sesleri kulaklarımı tırmalıyordu.

İşaret parmağımla ağrıyan gözlerimi ovuşturduktan sonra, elimdeki kırmızı çerçeveli gözlüğü masadaki telefonumun yanına bıraktım. Telefonumun tuşuna basarak ekranı aydınlattım ve saate baktığımda sekiz buçuğu gösteriyordu. Tam üç saattir burada oturmuş Uras'ı bekliyordum. Gelemeyeceğine dair ne mesaj atmış ne de aramıştı.

Ne kadarda aptalım! Tabi ki gelmeyecek.

Birkaç kitabı ahşap raflardaki yerine yerleştirdikten sonra, masanın üstündeki eşyalarımı topladım ve çantamı omzuma astım. Daha sonra uyuşmuş bacaklarımın verdiği ince sızıyla adımlarla kütüphaneden ayrıldım. Yorgun gözlerle bordo spor ayakkabılarımı takip ederek ikinci öğretim öğrencilerinin bedenleri arasında ilerliyordum. Köşeyi döndükten hemen sonra sert bir şeye çarptım. Başta duvara tosladığımdan emindim fakat kafamı kaldırdığımda öfke dalgaları yayan yağmur bulutu gri gözler benim şaşkın bakışlarımla birleşti.

Gelmez sanıyordum. "Uras? Gel..."Sözümü tamamlamama izin vermeyen sert ses tonu araya girdi.

"Ne halt ettiğini sanıyorsun! Benden uzak durmanı söylemiştim!" Her kelimesinde sesi bir ton yükseliyordu ve çenesi gergin bir şekilde oynuyordu.

Gözlerimi sinirden deliye dönmüş gözlerinden ayırdığımda herkesin bize baktığını fark ettim. Gerimizde duran birkaç kız bize alayla bakıyor, kimisi gülüyor, kimisi şaşkın gözlerle bizi izliyordu. Ani çıkışının verdiği şaşkınlıkla ayaklarım yere çivilenmişti ve dilim tutulmuş gibi konuşamıyordum. Bende bu etkiyi yaratmasından nefret ediyordum. Benim için bir elektrik santrali gibiydi.

Koridordaki bakışlarımın buluştuğu insanları fark ettiğinde oda gözlerini benim üzerimden uzaklaştırarak insanlara baktı. Elini çenesine götürüp abartılı bir şekilde nefes verdikten sonra göz devirdi.

"Lanet olsun!" dedi, dişlerinin arasından. Kolumu kavradı ve bodrum katına, merdivenlerden aşağıya doğru ilerlemeye başladık.

"Bırak beni. Derdin ne sesin?" diye cırladığımda tuttuğu kolumu çekiştirdim. Canımı acıtmayacak bir şekilde hafifçe tutmasına rağmen elinden kurtulamadım.

Alt kattaki boş sınıfa girdiğimizde kapıyı hızla arkamızdan çarptığı için kapının yanında duvara monte edilmiş beyaz tahta sarsıldı.

Bir o yana bir bu tarafa yürürken hala şaşkınlıkla onu izliyordum. Derdi ne böyle? Bana ders vermeyi kendisi teklif etti. Şimdi ise ondan uzak durmadığım için tekrar sinirden deliye dönmüş. Dün ya kafası güzeldi ya da erken yaşta alzaymır olmuştu.

Ellerini saçlarının arasından geçirerek ensesinde birleşti ve bana doğru döndü. Göğsü çocuk reyonundan alınmış gibi dar gelen tişörtünün altında belirgin bir şekilde yükselip alçalıyordu.

Kollarını serbest bırakıp üzerime doğru yürümeye başladığında bir adım geri attım. "Derdin ne ?!" diye sordum tekrar. Kaşlarım çatıldı. Beni korkutuyordu. Elimi refleks olarak boynumdaki morluklara götürdüğümde bakışlarını zümrüt yeşili gözlerimden aşağıya doğru kaydırdı. Sonra bedenimin bulunduğu noktaya birkaç adım kala duraksadı.

BEYAZ KUMRUWhere stories live. Discover now