"Ve benim miladım, onlarca kez okuduğum satırda ilk kez anlam bulduğum anmış."



Kalemi oraya bırakıp kollarımı sıraya dayadım ve geçmeyen gülümsememle boş bakışlarımı dersin konusu Orpheus'u okuyan adama çevirdim. Parmaklarımı birbirine dokundururken sesleri dinlemeden bir kez daha mırıldandım boşluğa konuşur gibi.



"Ve keşfedilmeyen duygular aslında yoksa güzel Orpheus, tam o an, aşkın başıma geldiği anmış."



Amfinin önümdeki bir kaç alt basamağındaki kafaların bir anda bana çevrilmesi, mırıltılarımın iki mısranın arasındaki sessizliğe denk geldiğini anlamama neden oldu. Parmaklarımı bu kez sıraya vururken uzaktan duyduğum ses ise mırıltımı duyanın sadece önümdeki üç beş öğrenci olmadığını...

"Sen, ordaki!" Kürsüsündeki küçük ekrandaki slayttan başını kaldırıp eliyle o uzun mesafeden beni işaret etti Cheol Jung. "Devam et lütfen."



İstemsizce gözlerimi büyütüp ellerimle kağıtların altında kaybolmuş kitabı yokladım. Ama bir anda içimde beliren bir çeşit cesaret bana bakmadan devam edebileceğimi söylemişti. Kısaca nefes alıp sırtımı dikleştirdim ve ellerimi önümde birleştirip uygun bir ses tonu ayarladım kendime.





"Ve bende uyudu. Ve her şeydi onun uykusu.

Hep hayranlıkla seyrettiğim ağaçlar, işte bu hissedilebilen uzaklar,

Hissettiğim çayırlar ve duyulan her şaşkınlık, beni ta kalbimden vuran."



"Peki." Kemik gözlüğünü kaldırıp başına yerleştiren adam ellerini sallayarak yavaş adımlarla benim oturduğum kısma yürümeye başladı ben mısrayı tamamlar tamamlamaz. "Ben senin hislerini kastetmiştim. Orpheus'a senin de söyleyeceklerin var gibi görünüyor. Kim Jongin değil mi?"



"Evet." Küçük bir kafa hareketiyle onayladım.



"Devam et."



"Neye?"



"İçinden gelen her neyse." Ellerini sallarken o anlamlı bakışlarını yerleştirdi yüzüne hafif bir tebessümle. "Arkana bakmayacaksın, asla bakmayacaksın arkana Orpheus. Dönüp bakarsan, sevdiğini ona bir daha hiç kavuşamamak üzere kaybedersin!.."



Kısa örneğinin ardından benden hala bir ses çıkmamasıyla devam etti. "Ona yazılanlar ilgini çekmediyse onu anlat bize!"



Yüzüme doğrultulmuş salon dolusu anlamlı bakışın karşısında ellerimin altında kalan notlara göz gezdirdim. Bu dersin diğerlerinden sessiz olmasının cezasını ödüyordum. Karaladığım alıntıları kenara alıp bir şeyler düşünmeye başladım boşluğa bakarak. Bu adamın stili öğrencileri boş anlarında yakalayıp amfide gülmeyen tek bir kişi bile kalmayana dek saçmalatmaktı. Ve yine hisler mevzusunu kullanmıştı kıskacını doğrulturken. Ama ilk yıllarda buna verecek hiçbir cevabım yokken, şimdi his kelimesinin bir karşılığı vardı içimde. Ve adamın gözlerinde o her zamanki köşeye kıstırmışlık ifadesine rastlayamadığıma göre, o da bunun farkında olmalıydı.



"Pekala, bildiklerinden gidelim genç adam." Kısaca boğazını temizlerken üç-dört basamak altta yürüyüşünü kesip bana baktı. "Korkudan sahnede eli ayağına dolaşıp, rolünü şaşıran kötü bir oyuncu misali...



Adam benim yerime yüksek sesle söze girdiğinde bakışlar bu kez ona çevrilmişti. Bense üstümdeki ağırlıktan kurtulmuş, yeniden kısa bir an gülümseyerek içimden geçirmiştim devamını. Ve ciddiyete bürünür bürünmez herkesin bakışları arasında kısık sesle devam ettim.



Channie Says SpecialHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin